KELEBEĞİN RÜYASI ve ZONGULDAK


Bu filmi neden sevdim?
Sinema salonundan çıktığımda gözlerim yaşlarla doluyken neden derin bir huzur içindeydim?
Çünkü, şimdiye kadar bilmediğim yeni bir şey öğrenmiştim.
Memleketim Bartın il olmadan önce bağlı olduğumuz Zonguldak şehri ile ilgili çok önemli şeyler öğrendim ve yeni şeyler öğrenmenin her zaman bende yarattığı o mutluluk hissini aldım.



Son haftalardaki yoğun çalışma tempomun verdiği yorgunluk ve bezginlik bir anda silindi gitti.
Yılmaz Erdoğan'ın yazıp yönettiği filmin baş rollerinde Kıvanç Tatlıtuğ, Mert Fırat ve Belçim Bilgin oynuyorlar.
En başta şunu söylemeliyim ki, filmin çekim aşamaları dahil gösterime girdiği ana ve sonrasına kadar basında yer alan Kıvanç Tatlıtuğ ile ilgili haberler çok abartılmış ve Mert Fırat'ın harika oyunculuğunun hakkı yenmiş. Evet, Kıvanç Tatlıtuğ oyunculukta kendini aşmış, git gide daha iyi olacağının mesajını veriyor, ancak bu filmde parlayan tek isim Mert Fırat. Kıvanç Tatlıtuğ'un karizması ve medyada çok popüler oluşu kullanılmış biraz. Film başlarken başrol olarak ilk önce onun isminin yazılmış olmasını buna bağlıyorum.

Hikâye 1941 Zonguldak'ında geçiyor. 2.Dünya Savaşı yılları. Yoksulluk, açlık, sefalet kol geziyor. Ama sadece maden işçiliği yapan emekçi kesimde.
Zonguldak maden işçileri şehri; bu, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de böyleymiş Cumhuriyet kurulduğunda da.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde şehre Avrupa'dan, özellikle Fransa'dan mühendisler getirtilmiş taşkömürü ocaklarının işletilmesi için. Bu mühendislerin kendi ülkelerindeki yaşam standartlarını korumaları için şehirde tenis kortları, plajlar açılmış, Avrupai bir yaşam tarzı inşa edilmiş. Cumhuriyet kurulduktan sonra da yurt dışında öğrenim görmüş Türk mühendislere şehri cazip kılmak için yabancılardan kalam yaşam standartları sürdürülmüş.
İnanılmaz gibiydi filmde gördüğüm sahneler. Burası bir Türk şehri mi, 1940'lı yıllarda İstanbul dışında Türkiye'de böyle bir şehir mi varmış dedirtti bana. 
Coşkuyla kutlanan milli bayramlar, balolar, gazinolar, kızlı erkekli arkadaş grupları, tenis oynayan genç kızlar, bahçıvan elinden çıkmış muhteşem bahçeli büyük evlerde yaşanan ihtişam. 
Gerçek olamaz dedirten sahnelerdi bunlar.
Fakat gerçekmiş.
Bir başka gerçek ise şehrin bu tarafına hiç geçemeyen, yoksullukla ve çağın devasız hastalığı veremle mücadele eden işçi kesiminin yaşamıydı.
Film başlarken perdeye yansıyan yazıda, 15-65 arası erkeklerin zorunlu olarak kömür madenlerinde çalıştırılacağı ve bunun dayanağının da İş Mükellefiyeti Yasası olduğu yazıyordu. 
Hadi buyurun, bilmediğim yeni bir şey daha. Nedir bu yasa, böyle bir yasa mı varmış?
Evet varmış, 1940 yılında çıkarılmış bir yasaymış bu. Zorla veya zorunlu çalıştırma anlamına geliyor. Maden işçiliği çok zor olduğundan yerli halk itibar etmezmiş bu işe ve ekip biçecek toprakları olduğu için de ihtiyaç duymazlarmış oradan gelecek paraya. Başka illerden, özellikle de Doğu Karadeniz'den işçi gelirmiş daha çok. Fakat yine de yeterli değilmiş işçi sayısı. İş Mükellefiyeti yasası ile zorla işçi getirilmiş köylerinden, ailelerinden koparılıp. 
Prof. Dr. Ahmet Makal, 'ZONGULDAK VE TÜRKİYE TOPLUMSAL TARİHİNİN ACI BİR DENEYİMİ OLARAK İŞ MÜKELLEFİYETİ adlı makalesinde şöyle diyor:
"Kuşkusuz mükellefiyet uygulaması bir çok açıdan değerlendirilebilir. Ancak, istemedikleri işlerde ve zaman dilimlerinde çalışmaya zorunlu kılınan; işlerinden, kendi yaşam çevrelerinden, köylerinden ve ailelerinden, sevdiklerinden koparılıp getirilen, bir nevi kollektif mahpusluk psikozu içindeki insanların yıllar boyunca yaşadıklarının, hissiyatlarının ve acılarının burada kâğıt üzerinde değerlendirilmesi elbette mümkün değildir. Madalyonun diğer yüzünde ise mükellef işçilerin köyde geride bıraktığı eşlerinin, çocuklarının, ana-baba ve diğer akrabalarının yaşadıkları acıları bulunmaktadır."

Hikaye 1941 Zonguldak'ında geçiyor demiştim. Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ) adlı şairlerin yaşam öyküsü anlatılıyor. O dönemde şehrin ünlü lisesi Behçet Çelikel'de edebiyat öğretmeni olan Behçet Necatigil de bu şairlerin öğretmeni. Yılmaz Erdoğan canlandırmış bu büyük şairimizi. 
Bu iki genç şair hem memuriyet hayatlarını sürdürüyor hem de halka şiiri sevdirmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. En büyük hayalleri ise ünlü VARLIK dergisine gönderdikleri şiirlerin bir gün yayınlandığını görmek. Fakat o dönemdeki kötü yaşam şartlarından dolayı bir çok insanın kaçamadığı verem illetine onlar da  tutulmuştur. Âşık olurlar, severler, sevdiklerine yanaşamazlar. Birininki imkansız diğerininki acılarla dolu bir sevda hikâyesi olur. 
Hikayenin sonunu söylememe gerek yok, çok kolay tahmin edilebilir.
Sadece, iki genç şair de şiirlerinin VARLIK dergisinde yayınlandığını görebiliyorlar diyeyim. 

Yorumlar

  1. Akıcı ve tarafsız bir uslupla yazdığınız yazı için önce kutlamak istedim sizi sonra da teşekkür etmek.. Farklı bulduğum bir blog arkadaşım olduğu için de mutlu oldum.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Gülsen hanım,
    Teşekkür ederim beğeninize. Tanıştığıma memnun oldum sizinle.
    Selâm ve sevgiler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar