17 Ağustos

1999 Ağustosu sıcaktı.
Öyle sıcaktı ki Tekkeönü'ndeki denizin suyu bile güney sahillerini aratmıyordu.
Tatildeydik, gülüp eğleniyor, her zaman bulamayacağımız sıcacık ve dalgasız denizin tadını çıkarıyorduk.



17 Ağustos sabahı, acı acı çalan telefona bakan annemin çığlığıyla uyandık. O sırada İstanbul'da olan eşim arıyordu. Sabaha karşı 3:02 de çok büyük bir deprem olmuş, insanlar sokaklara fırlamış, elektrikler kesikmiş, hiç bir yerden haber alınamıyormuş, depremin merkezinin neresi olduğu, kayıp ve hasarlar hakkında bilgi yokmuş.
Telefonu kapatır kapatmaz televizyonu açmaya koştu annem, açılmadı, çünkü İstanbul'a 460 km uzaktaki Bartın'ın en uzak köyünde de elektrikler kesilmişti.
Evde eski bir radyo vardı, onu bulduk. Çarşıya gidip pil aldı babam, radyoyu bahçedeki yemek masasının üzerine koyduk, çevresini sardık ve dinlemeye başladık. O kadar telaşlı ve heyecanlıydık ki, ne olup bittiğini öğrenme merakı içinde hem telefonlara saldırıyor hem radyodan haber almaya çalışıyorduk. Ancak telefonlar da çalışmıyordu artık. Radyo ise henüz net bilgiler veremiyordu.
Ablamın oğlu Yalova'daydı. Saatler ilerledikçe deprem merkezinin Gölcük olduğunu ve buradan sonraki en büyük hasarın Yalova ile Adapazarı'nda yaşandığını öğrenince iyice telaşlandık. Neyse ki öğleden sonra ulaşabildik de sağ ve salim olduğunu haberini aldık. Akşama doğru da elektrikler geldi, artık görüntülü olarak ne olup bittiğini öğrenebiliyorduk.
Gözlerimizin gördüğü manzara, kulaklarımızın duyduğu haberler inanılmazdı. Yerle bir olmuş binalar, enkazın altından sağ çıkabilmek için yardım isteyen eller, ambulanslar, sirenler...
İlk kez o gün tanıştım depremin korkunç gerçekliğiyle. Çocukluğumdan beri seyrek aralarla hissettiğim küçücük sarsıntılardan bile şiddetli korku duyarken şimdi çok ama çok büyük bu yer sarsıntısının yarattığı hasara tanık oluyordum.
Sadece tanık oluyordum.
Yaşamamıştım.
Bu bile yetmişti bana. Depremin tam ortasında kalan insanların yerine koymaya çalıştım kendimi, beceremedim, daha doğrusu dayanamadım.
Tatilde olduğum için utandım, sanki benmişim gibi sorumlusu.
O kadar çok insan öldü ki, o kadar çok aile parçalandı ve evsiz kaldı ki...
Gözyaşları sel olup aktı, art arda gelen artçılar paniği arttırdı. Her an yeni bir büyük sarsıntı olabilir korkusu hayatı yaşanılmaz kıldı. Günah keçileri arandı, bulundu. Deprem vergileri çıkarıldı, daha önce adını hiç duymadığımız deprem uzmanları televizyon ekranlarında başköşede arzı endam ettiler. Sebepler, sonuçlar, sebepler, sonuçlar...
Sonrası?
Hiç!
Aynı tas aynı hamam.

Allah, depremde hayatını yitirenlere rahmet eylesin.
Yakınlarını kaybedenlere sabırlar versin.
Çünkü ben biliyorum ki aradan 14 yıl geçmiş olsa da onların acıları dinmedi. Kolay kolay da dinmeyecek.



Yorumlar

  1. Nurten'im bir solukta okudum yazını, maalesef eski tas eski hamam, hani şu milyarder müteahhit adam vardı ya şu an adı aklıma gelmedi, televizyona reklamlara çıkar, yüksek katlı evler yapar, ben yaparım yaptım diyen adam itiraf etmişti İstanbul'da vaktiyle yapılan tüm apartmanlar deniz kumu, çürük, çarık hepsi yıkılır diye:( kendisi de deniz kumu kullanmış:( çimentodan çalıyorlar, demirden çalıyorlar, yahut yaparken demiri bükmüyor, ne bileyim sonradan alt katı oto galerisi yapmak için kolonu kesiyor! Vurdumduymazlıkla cehalet ve para kazanma hırsı birleşince olan hayatlara oluyor, müteahhitlerin bina yapması aslında yasaklanmalı, müteahhit kim ya? Bitişik apartmanda var işte bir tane! Seçim zamanı Tayyip'in dev posterini asmıştı teras katından aşağı da ben de hemen Atatürk'lü bayrak asmıştım onun tam karşısına! Adam lise mezunu, peki 5-6 sene millet mimarlık niye okuyor? Kolon hesapları, kiriş hesapları, betonarme hesapları niye yapıyor? Estetiği düşünüyor, renklerine kadar güzel ve sağlam bir bina olsun diye kendini paralıyor? Bu iş bir sanat oysa, o çocuklar DGSA da vs. boşuna mı dirsek çürütüyorlar? Projeler yapıyorlar, jüri önüne çıkıyorlar koca koca profesörler, doçentlere yaptıkları binaları beğendirmeye uğraşıyorlar? (abim dgsa mezunu mimar o yüzden iyi biliyorum) ama adam liseyi bitirmiş, bir - affedersin- bok bilmeden her yeri apartmanlarla dolduruyor! Sonra bir depremde başına göçüyor...

    Ben o depremden birkaç önce Ankara'ya taşınmıştım, buna rağmen akşam hafif sarsıtıyı biz bile hissettik, Prenses sanmıştım..sonra senin dediğin gibi komşular gece uyandırdı bizi...bizim ailede de herkes sağsalimdi ama bir hafta sonra babam hastalanınca trenle Üsküdar'daki eve gittik İzmit'ten geçer biliyorsun tren...İzmit'in depremden 1 hafta sonraki halini gözlerimizle gördük rahmetli annemle:( kucağımda Prenses tabii...cami minaresi evin üzerine yatmıştı..çadırlar vardı...çok korkunçtu manzara...:( bizim apartmandaki tüm komşular ise 2 geceyi sen bilirsin Doğancılar parkında geçirmişler...abim dahil..babam Suadiye'de rahmetli ikinci eşinin evindeydi o evdekiler de evi boşaltmış babamı da almak istemişler babacığım "yok ne olursa Allah'tan benim halim yok bir yere gitmem" deyip kalmış:)) bunları ben de hiç unutmuyorum...

    1 hafta geçtikten sonra olduğu için sıksık artçı depremler olmuştu hep korkuyla yaşadım o ara, babam iyileşince tekrar Ankara'ya dönmüştük...şu anda İstanbul için orada oturan herkes için çok üzülüyorum...dilerim o bahsettikleri büyük deprem hiç olmaz..

    sevgiler canım öptüm

    YanıtlaSil
  2. aceleden yanlış yazmışım depremden birkaç gün önce değil birkaç yıl önce Ankara'ya taşınmıştık olacaktı...illa ki düzeltec

    YanıtlaSil
  3. O adam Veli Göçer'di yanılmıyorsam. Ucuz ucuz pazarlıyordu evlerini deprem öncesi. Gazetelerde çarşaf çarşaf ilanları çıkıyordu. Çınarcık'ta siteleri vardı, hepsi çöktü.
    Dediğin gibi müteahhitler ev yapmamalı, işi mühendislere bırakmalı. Ama onların da işinin ehli ve vicdanlı olanları yapmalı bu işi tabi. Malzemeden çalmamalı, önce parayı değil o evlerde kalacak insanların güvenliğini düşünmeli.
    Evet, Üsküdar'da Doğancılar Parkı depremde insanların sığınak yeri olmuş, ben görmedim, döndüğümde evlerine geçmişti insanlar.
    Depremden ne kadar zaman sonraydı bilmiyorum, Adapazarı'na gittik biz de. Üniversiteyi orada okumuştum ya, çok daha anlamlıydı benim için bu gidiş. Koskoca Çark Caddesi'nin çöküşünü gördüm orada. Hemen hiç bir bina kalmamıştı. Benim öğrenciliğimde yaşadığım mahalleye ise hiç bir şey olmamıştı. Çünkü çok katlı binalar yoktu, hepsi iki katlıydı ve sanırım eski oldukları için sağlamdı. Fakat Adapazarı'nda gördüğüm manzara gerçekten korkunçtu.
    Ben de dilerim ki o bahsettikleri büyük deprem olmaz.
    Sevgilerimle, Bücürük'ü de seni de çok öpüyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar