YENİ, YEPYENİ


Ekim ayında geçirdiğim ameliyat sonrası günlerim müthiş yoğunlukta geçiyor. Ne zaman yoğun değildin ki diyenleriniz olabilir ve haklıdırlar da.



Sahip olduğum mesleğim tempolu çalışmayı, disiplini, titizliği gerektiriyor. Hiç ara vermeye gelmiyor. Öyle, hastayım, rapor aldım, yan gelip yatayım yok bizde. Hastayken de evde çalışırsın, beyanname tarihleri bellidir, beyannameleri verene kadar mümkünse ölmeyi bile ertelersin. Çok arkadaşım var, eşlerinin doğumları ayın yirmi dördüne gelmesin diye dua eden; o gün eşlerinin yanında doğuma gidemezler çünkü. Ne hikmettir ki doğum da o güne denk geliverir. Bununla da bitmez, artık her yıl ayın yirmi dördündeki o doğum günü, babanın işten eve neredeyse gece yarısı gelmesinden dolayı zamanında kutlanamaz. Kadın meslektaşlarımın durumunu yazmama bile gerek yok. Bizler, yaptığı iş hâlâ anlaşılamayan, para kazandıran değil para ödeten meslek sahipleri olarak görülen ağır işçileriz.

Derdim işimi anlatmak değil, yoğunluk derken gene konuyu dağıttım.

Evet, hep yoğundum, şimdi evde yattığım iki ay boyunca biriken işler nedeniyle daha da yoğunum. Ama hiç şikayetçi değilim. Arada "oooff yeter" diye söylenmeme rağmen mutluyum.

Bu yoğunluk sadece iş yoğunluğu değil çünkü. Müthiş bir duygu yoğunluğu, müthiş bir sosyalleşme var, eski Nurten'e dönüş var.

Hiç bir şekilde hayatı ertelememeyi düşünen, bunun için çalışan, eskisi gibi kitap okuyup sinemaya, tiyatroya, konsere giden Nurten var. Eskisi gibi olmayan bir yazı kaldı. Şu sıralar gerçekten ofiste bile oturmaya zaman bulamadığımdan yazmak için de oturamıyorum. Önce oku sonra yazarsın diyorum.

Geçtiğimiz haftalardan birinde Sultanahmet'teydim, Yenilenen Türk Edebiyatı Vakfı binasına girdim, içerideki Edebiyat Kıraathanesi'ne uğrayayım derken karşıma çıkan kitap satış odasında kendimi kaybettim. İlk gözüme takılan Samiha Ayverdi'nin İbrahim Efendi Konağı kitabını hemen aldım. İşim bitip vapura binince vapurdaki televizyon ekranından yayılan ney sesiyle adeta huşu içinde, mutluluktan içim taşa boşala okuma yaptım.
Gazeteci Hikmet Feridun Es'in Kaybolan İstanbul'dan Hatıralar oradan aldığım ikinci kitap. Henüz okunmadı, sırasını bekliyor.

Kasım ayında alıp sindire sindire okuduğum Özlem Kiper'in Acır mı Mösyö Messier? öykü kitabını da bugün bitirdim. İçinde daha fazla öykü olsa da bitmese dediğim kitaplardandı.

İstanbul Devlet Senfoni Orkestra'sının Yeni Yıl konseri dündü. Her Yeni Yıl konserinde olduğu gibi bu kez de enerjik ve coşkuluydu.

Şehir Tiyatrolarının Üsküdar Musahipzade Celal sahnesinde ise Turgut Özakman'ın OCAK oyunu vardı bugün. Tüm yoksulluk ve çaresizliklerine rağmen bir arada durmaya çalışan, hayalleri tükenmeyen bir aileyi anlatıyor. Dram ve mizah çok güzel harmanlanmış. Bir sahnesinde aynı anda hem ağladım hem güldüm. Garipliğe kendim bile şaşırdım.

Yani, galiba ameliyat bana yaradı. Epeydir evrim geçirmekte olan ruhum yeni bir evreye girdi.

Oysa neredeyse hiç iyileşemeyeceğim sanıyordum.




Yorumlar

  1. Çok sevindim Nurten'ciğim, çok geçmiş olsun sanırım artık sağlığına da daha dikkat edersin, bu arada dün ya da evvelsi gün televizyonda bir doktor böbrek taşına çok iyi gelen bir şeyden bahsetti. Bildiğin LİMONATA. :) Tekrarlamasın bol bol iç....sevgiler:)

    YanıtlaSil
  2. Canım, sağol.
    Bilmez miyim limonatayı, her sabah yarım limon suyunu sek içiyorum ben. Sırf taş oluşumunu engellesin diye. Peşinden 1 bardak da su.
    Öpüyorum, sevgiyle kal.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar