BEYKOZ


Bu hafta sonu iki kez Beykoz'a gittim. İkisi de önemli deneyimler yaşattı.
Cumartesi sabahı meslek örgütümüzün Beykoz İlçe Temsilciliği kahvaltısındaydım. Kanlıca'da, İstanbul Barosu'na ait Ada - Baro Bahçe tesisinde, Oda başkanımızın da katıldığı güzel bir organizasyondu.
Pazar öğlen, ablamla rutin gezimizde rotayı Beykoz'a çevirdik. Önceki akşam yaşadığımız terör saldırısından dolayı pek keyifsiz başladığımız gezimiz iyi geldi.



Sırası gelmişken, saldırının olduğu cumartesi akşamı bir arkadaşımla Kadıköy'de sohbetteydik. Patlamayı WhatsApp'tan gelen bir mesajla öğrendik. O kadar kalabalık ve gürültülüydü ki ortam kimsenin bir şeyden haberi yoktu. Mekanlarda televizyon ekranlarındaki spor kanallarında Beşiktaş maçından sonra yorumcular konuşuyordu. Haberi aldıktan sonra ekranlara çevrilen gözlerimiz yine bir şey göremedi. Ekranın köşesinde küçük bir çerçevede olayın olduğu alan gösteriliyordu, ses de kısık olunca haberin olmuyor bir şeyden. Maç sonrası taraftar çatışmaları sanıyorsun. Sonuçta biz kalkarken hâlâ sohbetteydi insanlar. Hayat ilginç!

Gelelim Beykoz'a.
Rotayı Beykoz'a çevirmiştik ama, orada nereye gideceğimiz hakkında bir fikrimiz yoktu. Üsküdar'dan bindiğimiz otobüsün içinde sağa sola bakınarak ilerlerken Beykoz Korusu Büyükşehir Belediyesi Sosyal Tesisleri tabelasını gördük. Otobüsten Beykoz durağında indik, önce bir soluklanalım dedik. Bir karavanın içinde hayır lokması dağıtılıyordu, sıraya girip aldık ve afiyetle yedik. Normalde asla yemediğim şeydir; hem şekerden hem de kilo kaygısından.
Geriye doğru elli altmış metre kadar yürüyerek koruya vardık. Yemyeşil, geniş bir alan. Sararıp dökülmüş yapraklar yerlerde. Tesisteki yemekler harika. Güzel bir öğleden sonra geçirdik.
Her şey güzeldi de, yan masamızda oturan başı örtülü genç kızla delikanlının konuşmalarına ister istemez kulak misafiri olduk. Konuşmalarından anladığımız, delikanlı vukuatlıydı ve genç kızı evliliğe ikna etmek için dil döküyordu. Ama öyle böyle değil, çırpınıyor adeta. Sürekli o konuşuyor; sonunda, "Bak, bu parmağa yüzük girdikten sonra hayatım bambaşka olacak. Her şey değişecek." dedi. Hiç inandırıcı değildi ve ben, 'Yalaaaan, sakın inanma ona.' diye bağırmamak için zor tuttum kendimi. Kız çok saftı, acıdım.
Bir başka acımam da, Paşabahçe Şişecam Fabrikası'nın yıkık dökük haline oldu. Dönüşte otobüsün camından o viran halini görünce çok üzüldüm. Fabrikanın göğe yükselen bacası bana, Orhan Kemal'in romanlarındaki işçileri hatırlattı. Bereketli Topraklar Üzerinde'nin İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali'si tekrar gözümün önünde canlandı.
Bir fabrika, yüzlerce, binlerce işçi demek. Bir fabrika, o işçilerin aileleri demek, ekmek kapıları, arkadaşlıkları, sosyal hayatları demek. Bütün bir semt demek.
O fabrikanın kapanması da bütün bunların ölümü demek.
Beykoz'da üç fabrika vardı, üçü de kapandı. Erken dönem Cumhuriyet modernleşmesi olarak Atatürk'ün emriyle kurulan, Beykoz'a kimlik kazandıran, Beykozlu ailelerin geçim kaynağı olan Paşabahçe Şişecam Fabrikası, Paşabahçe Rakı ve İspirto Fabrikası ve Deri Kundura Fabrikası'nın kapıları kilitli artık. Rakı Fabrikası'nı Torunlar otel yapacak denmişti, kısım kısım yıkımına başlanmış. Paşabahçe Şişecam da yıkılacakmış. Deri ve Kundura ise film platosu olarak kullanılıyormuş. Onun da sonu yıkım sanırım.

Bir semtin sembolü bu fabrikaların viran hali çok canımı acıttı.







Bu fabrikalar bir devrin endüstriyel tarihi, neden yıkılmak zorunda ki? Belki yaşadığımız çağın şartlarının gereği olarak kapatılmış olabilir, Yıkmak niye? Müze olabilir, aslına sadık kalınarak restore edilip kültür merkezi olabilirler.

Ama Ah! Rant yok mu? Her şeyin üstünde o canavar.











*** Fabrika fotoğrafları eski arşivlerden alınmıştır.






Yorumlar

  1. Öncelikle terörü bir kez daha lanetliyorum.
    Yaşamını kaybedenler ve geride kalanların yıllarca sürecek olan acı ve hüzünleri kolay değil.
    Beykoz olayına gelince.
    Günümüz de insanlar diğerini bir şekilde kandırmanın derdindeler.
    O genç kız bir "evet" dediği anda izleminize göre çok şey kaybedeceği kesin.
    Umarım saflığı o konuda yerini aklı başında düşünmeye verir.
    Fabrikalara gelince pek de umursandığını sanmam.
    Satılmadık, elden çıkarılmadık hangi cumhuriyet dönemi fabrika elde kaldı ki onlarda Torunlara otel arsası olmasın.
    Şaşırtıcı değil.
    Yazacak o kadar çok konu var ki.
    Beykoz da yaşananlar da bunlardan bir tanesi.
    Saygılar.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar