İÇİMİ DÖKMEK İSTİYORUM

Sinirlerim çok bozuk vallahi. Öyle bozuk ki artık durup durup gülmeye başladım.
Sinirden tamamen, kesinlikle keyiften değil. Keyif mi kaldı?
Bu ülkede yaşayıp da siyaseti, gündemi takip etmeye çalışmak, mesleği mali müşavir olup düzgün iş çıkartmaya çalışmak öyle zor ki. Gittikçe de imkansız hale geldiğini görüp tırlatmak an meselesi.



Harıl harıl çalıştığım, nasıl yetişecek bu işler diye uykularımın kaçtığı bir mart ayını geride bırakınca soluğu Büyükada'da aldım. Henüz sezon açılmamışken sakin ve huzurlu iki gün geçirmek, marttan aşağı kalmayacak bir nisan ayına enerji depolamak için.
Motordan inip Büyükada iskelesine adım atar atmaz bizi referandumcular karşıladı sağolsun. Yan yana duran Evet ve Hayır minibüslerinden yükselen müzikle, elimize tutuşturulmaya çalışılan broşürlerle İstanbul'u aramadık, şükür(!).
Bir ara alışkanlığım olan dizi izlemeyi bıraktım sayılır; adam akıllı saydığım diziler zaten reyting yapamadığı için birer birer sona erdi de yapamadığım bazı şeylere zaman ayırmaya başladım. Kaldı izlediğim bir tek dizi, o da yakında biter, oh sen sağ ben selamet. Fakat haber kanallarına bakıyorum, her yerde mitingler, anketler. Böyle diyorum diye ülke gündemini yeni takip ediyorum sanmayın, kendimi bildim bileli yakından takipteyim. Yıllardır en benimsemediğim hatta belki hiç sevmediğim genel başkanların mitinglerini bile izlerim, ne diyor acaba diye. Ama bu nedir Allah aşkına? Nereye baksam referandum, miting. Hep aynı konuşmalar, birbirini yalanlamalar, Bizi düşündüklerini, bizler için oralarda olduklarını söyleyenlerin bizlerle ilgisiz söylemleri.
Dünyanın gündemi farklı, doğanın gündemi farklı, biz çok farklı!


Büyükada'nın deniz kıyısında oturup çay içerken karşı kıyıya bir bakın Kadıköy tarafına doğru. Özellikle Maltepe ve Kartal'daki yapılaşmaya hayret edeceksiniz. Süreyyapaşa hastanesi betonlaşmanın içinde sıkışıp kalmış. Göğüs hastalarının iyileşmesi için ağaçlık alanda kurulmuş olan hastanenin etrafında kalmış bir avuç yeşillik. Karşıdan bakıldığında o bölge betonlaşmanın çok ötesine geçmiş görünüyor. Sanki taşları alıp alıp üstüste gelişigüzel koymuşlar. O kadar berbat. Yirmi küsur yıl önce yine bir ada yolculuğunda motordan böyle denize bakmış ve, "Ne hale getirdik kendi ellerimizle İstanbul'u? Bir zamanlar rahatça denize giriyorduk buralardan." demiştim. Deniz çoktan bitti, şimdi karaları el birliği ile tanınmaz hale getiriyoruz. İstanbul yakında nefes alınamayacak hale gelecek.


Otele yerleşip her zamanki neşe ve heyecanımızla Aya Yorgi yoluna düştüğümüzde önce zavallı atlarla karşılaştık. Hayvan haklarından bihaber insanların para hırsıyla insanlık dışı muamele ile faytonlara koştuğu bu hayvanlar o kadar zor durumda, o kadar yorgun ve mutsuz ki. HAYTAP, bu zavallıların acıklı durumunu basında paylaştığından beri biz faytona binmiyoruz. Adanın neresine gideceksek yürüyoruz. Dövülen, aç bırakılan, ölümüne çalıştırılan bu atlar insanın yüreğini yakıyor.



Aya Yorgi yolunda adanın ağaçlıklı bölgelerinden geçiyoruz. Bir ağacın üzerindeki metal levhada ilk kez gördüğümüz bir yazı şaşırttı beni. Çamkeseböceği tırtılları uyarısıydı bu. İnsanlarda alerji yapıyormuş, evcil hayvanlarda da. Kendinizi koruyun diyordu kısaca. Ancak esas korunması gereken çam ağaçlarıymış. Çünkü bu tırtıllar zamanından önce keselerinden çıkınca ağaca zarar veriyor ve yıllar içinde ölümüne sebep oluyormuş. Zamanından önce çıkış nedeni ise küresel ısınma imiş. Al bir insan tahribatı daha işte doğada. Bunları da eve döndüğümde internetten öğrendim.
Yetkililer ne yapmış? Tam da belli değil aslında, sadece ağaçlara uyarı levhası asmakla yetinmiş görünüyorlar. Kimyasal ilaçlama yararlı böcekleri de öldürdüğünden yasakmış. Biyolojik çözüm ise biraz meşakkatli ve zaman alan bir iş tabi. Çamkeseböceklerini yiyen özel bir böcek türü geliştiriliyormuş bu çözümde. Sadece Adalar'da değil, Türkiye'nin bir çok bölgesinde çam ormanlarındaki ağaçlara da bu şekilde zarar veriyormuş bunlar.

İskele meydanındaki çay bahçesinde dünyayı konuştuk, insanlığı konuştuk. Depremleri, tsunamileri, terörü ve bunları besleyen silah tüccarlarını. Açlığı, yoksulluğu.
Hırsı! İnsanların garip hırslarını. Çok romantik değilim, gerçekçi olmak gerektiğini çoktan anladım; anlamadığım şey, herkesin rahat yaşayabileceği, herkesin nimetlerden yararlanabileceği güzel ve adil bir dünya yaratmak varken neden "Hep ben!" deniyor? Neden dünyadaki tüm petroller benim olsun, tüm insanlığı ben yöneteyim diyor bazıları?

Geldim eve, oturdum yazımın başına, yine referandum, yine bağırış çağırış. Keyifli bir yazı yazmaktı amacım, olmadı.
Esen kalın, yine de geleceğe umutla bakmaktan vazgeçmeyin. Tüm sinir bozukluğuma rağmen ben öyle yapıyorum.
İçimi döktüm sadece.


Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Mart ayının ne demek olduğunu mali müşavirler, muhasebeciler, esnaflar, işletmeciler daha iyi bilirler. Bir mali müşavir olarak siz de bu Mart ayını geride bırakarak Büyükada'da güzel bir dinlenmeyi hak etmişsiniz ama, maalesef bizim ülkemizde insana saygı yok ki!.. Başını dinlenmek için insanlar burayı tercih ediyorlar, onlara rahat ve huzurlu bir ortam sağlayalım diye düşünen kim?.. Herkes kendi derdine düşmüş ve herkes kendini düşünüyor.

    Bir de talan edilen İstanbul'u ve adaları görünce insanın morali iyice bozuluyor. Güya Büyükada'ya dinlenmeye gittiniz. Her şeye rağmen biz insanlar, her yaşadığımız anın iyi bir tarafını bulup, bu güzelliği öne çıkartarak Polyanna hesabı birazcık mutlu olabiliyoruz. Ben de her şeye rağmen yazınızı, güzel bir paylaşım olarak gördüm. Kaleminize ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar dilerim.
    Selam ve dualarımla.

    YanıtlaSil
  2. Recep bey merhaba,
    Öncelikle özür dilerim yorumunuzu geç yanıtladığım için. Mart berbattı, ama Nisan da bir başka türlü yoğun.
    Çok teşekkür ediyorum, yüreğinize sağlık efendim. Selamlar.

    YanıtlaSil
  3. bu ay bitsin mayıs onbeşi atlatalım da sonra gidelim inşallah birlikte ama o zaman ki nüfus yoğunluğu ne olur bilemem :) yangın var diye bağırır boşaltırız adayı belki :D

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar