GÜLAY KIZ


Hava tam mayısa yaraşır güzellikte; ılık bir esinti ile burnuma dolan hanımelilerin mis kokusu beni benden aldı. Bir saattir durgun deniz sahilinde yürümek de iyi geldi. İyi ki gelmişiz bu bayram, ömrüme ömür kattım sanki.
-Gülteeen, Hatice hanımlar gelecek birazdan, çayı koy ocağa da hazır olsun.
Ah! Unuttum.
-Tamam anne, ama kahve yapsak daha iyi olmaz mı? Çay faslı uzun sürer şimdi.
-Olur mu hiç öyle şey, kırk yılda bir görüyorlar seni zaten çok ayıp.
-Off, tamam.
-Of demee.
-Tamam anne.

Seviyorum aslında Hatice hanımı, hele Gülay'ı, ama işte buraya da her geldiğimizde dinlenmekten çok misafir ağırlamakla geçen zamandan hoşlanmıyorum ne yapayım.
Annem de girdi mutfağa, kuru yufkaları çıkardı dolaptan ıslatmaya başladı.
-Böreği peynirli mi yapayım kıymalı mı?
-Kuru yufkayla kıymalı pek iyi olmuyor, peynirli yap sen.
-Çayı büyük demlikte demle, kaç kişi geleceklerini bilmiyorum, belki Müyesser de gelir. Yusuf nerede? Babanı bulmuştur çarşıda inşallah beraber gelirler. Bisküvi, gofret falan da çıkar, kuru kuru börek olmaz.
-Geldiler anne, bahçenin kapısı açıldı.
-Hah, iyi bari birazdan da Hatice hanımlar gelir, çabuk olalım.

Bahçedeki çardağı yenilemiş babam. Ne güzel olmuş, sapasağlam, rüzgar falan işlemez buna. Çayı bahçede içmeyi çok özlemişim vallahi. Evin içinde duramıyorum buraya gelince, işim bitti mi atıyorum kendimi dışarı, ne güzel, ne büyük lüks.
Hatice hanımın kızı ameliyat olmuştu bir kaç ay önce. Başarılı geçtiğini duymuştum.

-Ah Müzeyyen ah! Neler çektim o hastanelerde ben. Ne ömür törpüsüymüş oralar. Bu var ya, na bu Gülay kız, törpüledi ömrümü. Ölecek mi dedim yoksa sakat mı kalacak, artık ne olsa razıydım. Okumamışlık, cahillik ne zor bilsen.
Güldü Gülay kız:
-Anneme test yapacağız demiş doktorlar. Okuması yazması yok ya, bilmiyor ki test nedir, korkmuş. "Bu test zor mudur, canım yanar mı doktor bey?" demiş.
Hatice hanım devam etti heyecanla, sanki yeniden yaşıyormuş gibi:
-Korkma dediler, zor bir şey değil. Dokuzuncu kata çıkacakmışız doktorla. Açık açık anlatmadılar da. Filiz yanımdaydı, aman kızım dedim, kapının ardında dur, yarım saat bir saate kadar çıkmazsam içeri girersin. Soktular beni dokuzuncu kattaki odaya. Aklım da Gülay'da, yatağında çırpınıp duruyor, elini kolunu bağlamadılar kameraya çekiyorlar. Bu kız böyle kafasını bir oraya bir buraya çevirip eliyle ayağıyla etrafı tekmelerken durmadan çektiler. Ne diye çektiler anlamadım o zaman. Sonradan dediler, bu nadir görülen hastalıkmış, okullarda derslerde göstereceklermiş.
Beş doktor aldı beni karşılarına. Allah'ım dedim, ne olur bana yardım et. Bu testin kızıma bir faydası olsun da ben öleyim farketmez. Bir doktor, "Tahsil durumun nedir?" dedi. Valla doktor bey, büyüklerimizin hatası, biz çocukken ne bilelim, tarlada, ahırda iş yaptırmaktan okutmadılar. Zaten kız çocuğunu kim düşünürdü o zaman dedim. Ama benim küçük kız okuyor, hem de okul birincisi. Biraz bir şeyler öğretti bana, imzamı atabiliyorum. Doktorlardan birisi, "İyi ya işte", dedi. "Okuma yazma bilmiyormuş, daha iyi." Aman dedim, ne yapacaklar bunlar bana, iyice korktum. Cahilliğimden mi yararlanacaklar?
"Bugün günlerden ne, hangi yıldayız?" dediler. Ben ne bileyim? Beş gündür hastanede feleğim şaştı zaten. Günü, ayı, yılı hatırlamayı bırak, ben aklımı kaybetmediğime şaşıyorum. Doktorlara da böylece dedim. "Cumhurbaşkanı kim? dediler, Demirel'dir dedim. "Başbakanımız kim?" dediler, Tansu kadındır dedim. Aman, doktorlar bir gülüştüler. "Ohho teyze, sen her bir şeyi biliyorsun bak." dediler. Önüme bir defter koydular, içinde bir sürü kuş resimleri var. Hepsinin adını sordular, bilmez miyim hepsinin adını söyledim. Bizim köy yerinde hepsi vardır bunların. Başka resimler getirdiler sonra, hepsinde ağaçlar var ve yerlerde de düşmüş dal parçaları. "Bu dal parçaları hangi ağaçlardan düşmüştür?" dediler, sıra sıra söyledim. Yalnız bir resimde yere düşen dal yeşil yeşil yapraklı, ağaçlar ise kupkuruydu. Doktor bey dedim, bu dal bu ağaçların hiçbirinden düşmemiştir, başka bir yerden getirilip konmuştur. Çok şaşırdılar, bir tanesi "zeka, zeka" dedi. Bir sürü renkler koydular önüme, "Bunları açıktan koyuya sıralayabilecek misin? "dediler, bir güzel sıraladım. Ben yorgancıyım, bilmez miyim? Renklerin içindeyim her gün. En son bir resim gösterdiler, bir el arabasının içinde kürek var. "Bunlarla ne yapılır?" dediler. Ne yapılacak dedim, inşaatın kumu bu kürekle el arabasına doldurulur, iş görülür. Ne bilsinler benimkinin inşaatçı olduğunu, yoksa sorarlar mıydı bunu?
Bütün sorular bitti, "Tamam" dediler, "Anlaşıldı." Doktorlara döndüm, testi ne zaman yapacaksınız dedim. Daha çok güldüler, test buymuş meğer. Sonra gayet ciddileştiler. "Teyzecim, bu soruları sorarak Gülay'daki hastalığın ırsi olup olmadığını anladık, değilmiş. Şimdi artık karar vermelisiniz, ameliyata evet mi hayır mı?"
Kızımın başındaki kisti alacaklar, ama acaba düzelecek mi? Yarı yarıya bir şans varmış. Birden doğruldum ve yapın doktor beylerim dedim. On iki senedir çekiyorum, bundan sonra da çeksem ne olur? Düzelmezse geri götürür kaderimize razı oluruz.
Ah, o ameliyat gününü hiç unutmam, başının yarısının saçlarını kazıdılar, çırçıplak, üstünde bir beyaz örtü, ameliyathaneye götürdüler. Biz Filiz'le dışarıda bekledik, ne dua ettim ne kadar yalvardım, sırtımdaki urun acısını, dizlerimdeki romatizmayı falan unuttum. Çok şükür Allah'ıma ki kurtuldu. Kaç aydır bir şeyciği yok artık.
Deminden beri susup, gözlerini uzaklara diken Gülay kız birden kıpırdayıp konuşmaya başladı:
-Bütün doktorlar, hemşireler başıma dikilmişler, ayılmamı bekliyorlarmış. Gözümü açtım onları gördüm, hepsi tepemdeydi. Öyle kalabalıktı ki etrafım, köyden babam da gelmişti. Hemşirenin biri üstümdeki çarşafı bir kaldırdı, aman, çıplakmışım ben. Acele acele örtünmeye çalışırken öbürü bacaklarımı indirip kaldırmaya başladı. "Mucize bu." dediler, "Hem bilinci yerinde hem de vücudu sağlam." Meğer onlar mutlaka bir tarafımda bir felç beklerlermiş.Bayram yeri gibi oldu ortalık.
...
Annem öte köye gidecekmiş, bir hafta sen bakarsın eve diyor. Ben nasıl bakarım? Yemek yapmasını hiç bilmem ki. Hastalıktan hiç bir şey öğrenemedim ki. Anca yeni yeni öğreniyorum, insanları yeni tanıyorum. Bu kimin nesi, şu kimin çocuğu diye habire soruyorum. Çok sinirliyim diye annem çok söyleniyor. Ne yapayım? On iki yıl yaşamamışım ki. Sinir bırakmış işte bende bu hastalık.
-Olur o kadar Hatice hanım, fazla söylenme, sen de çok çektin ama, haklı kızcağız dedim. Hadi bakalım bugün arefe, bayrama tatlı girelim, size güzel bir sofra kurayım. Ama önce şu tırnaklarımı bir keseyim, malum annemin evinde uzun tırnakla salata bile yapılamaz.
Gülay, gülerek ellerini uzattı:
-Bak benim tırnak makasına neyin ihtiyacım yok. Yiyorum tırnaklarımı. Oje sürmeye çok hevesim var, ama görüyorsun böyle oluyor, bir gün bile dayanmıyor oje.
-Merak etme her şey düzelir, bak saçların da uzamış hayli. Hayat zaten her gün yeniden başlamıyor mu? Sen de birkaç ay evvel doğduğunu düşün. Hem her şeyi yeniden keşfetmek, yeni şeyler öğrenmek çok güzel bence.
Gözlerinin içine baktım, buruktu, gülümseyerek mutfağa doğru yürüdük.

Yorumlar

Popüler Yayınlar