SAPANCA- KARA TREN
Sapanca.
Son yıllarda İstanbul'un keşmekeşinden kaçmak isteyenlerin ya ev alıp oturdukları ya da günübirlik kaçamak yaptıkları yer.
Bir çok site yapılmış; bu sitelerin içinde kendine ait bahçeleri olan villa tipi evlerde yaşıyor insanlar.
Güzel olmuş, yeşil doğa ile iç içe en azından hafta sonunu bile orada geçirmek sıkıntı, stres ne varsa alıp götürebilir insandan.
Sapanca benim için ise bambaşka anlamlar ifade ediyor.
Hayatımın dolu dolu bir yılını geçirdiğim bir taşra kasabası.
Çok güzel bir taşra kasabası.
Yaşananlara, ilişki kurduğun insanlara göre değişebilir tabi güzellik, göreceli. Oldukça muhafazakar, geri kalmış bir kasabada mutlu olmaz insan genellikle. Ben oldum. Hem de hayatımın en mutlu diyebileceğim bir yılını geçirdim.
Yıl 1983, üniversite tercihlerimde yaptığım bir hata sonucu düştüm bu güzelliğin içine (!)
Üniversitenin adı İstanbul Teknik Üniversitesi, yer Sakarya, merkez Adapazarı. Telaşe memuru kişiliğim ile sadece İstanbul Teknik kısmını görüp yazmışım işte tercih formuna. Hiç hayal kırılığı yaşamadım. Beni dizinin dibinden ayırmak istemeyen, her hareketimi kontrol altına almak isteyen annemin şaşırtıcı onayıyla düştük ailece Adapazarı yollarına. Önce kayıt yapıldı, sonra kiralık evler arandı kalabileceğim. O zamanlar yurtlar bu kadar çok ve yerleşmesi bu kadar kolay değildi. mecburen evde kalacaktım. Bir öğrenci şehri sayılan Adapazarı'nda ev bulamadık, herkes önceden davranıp işini halletmiş. Babamın köylüsü, nevi şahsına münhasır Seyfi amcamın Sapanca'da bir tanıdığının kiralık evi varmış, gittik baktık, gördük beğendik. Çarçabuk hazırlıklarımızı yaptık, Bir yatak, masa, sehpa, bir kaç kapkacak ve tüm giysilerimi Seyfi amcamın kamyonetine doldurup Sapanca'ya yerleştim.
İlk ayı rahmetli babaannemle geçirdim. Sonraki ayı da henüz yeni doğmuş sayılan torununu yanında getiren halamla.
Oturduğum ev iki katlı müstakil bir evdi Sapanca'daki bütün evler gibi. Üst katta ev sahibim oturuyordu. Yaşlı bir babaanne, oğlu, gelini ve torunları. Babaannem de halam da anında ahbaplık kurdu onlarla ve tabi ben de mecburen. Televizyon izlemeye bazı akşamlar misafir olurduk. 12 Eylül sonrası ilk genel seçim sürecini orada yaşadım. Turgut Özal'ın "Köprüyü satacağım" diye bas bas bağırıp Necdet Calp ile Turgut Sunalp'in "Hayır efendim satamazsın" tartışmalarını orada izledim. 1984 Eurovizyon şarkı yarışması finallerinde Türkiye'nin o yıla kadar aldığı en iyi dereceyi yapan 5 Yıl Önce 5 Yıl Sonra gurubunun Halay şarkısını orada dinledim. Ev sahibimin kalabalık ailesiyle çok heyecanlı ve keyif vericiydi tüm bunlar. Ah, Hicran! Bir de Hicran vardı unutmak mümkün değil. Ev sahibimin Almanya'daki torunu delişmen kız. O kopkoyu taassupla donanmış kasabada, sevdiği gençle buluşmak için yaptığı akıl almaz numaralara nasıl da şaşkınlıkla tanık olmuştum. İstanbul'da doğup büyümüş, kendini her şeyden haberli sanan on yedi yaşındaki benim, Hicran'daki cesaret karşısında dilim tutulmuştu. Her Sapanca anımsayışı biraz da Hicran'dır bu yüzden.
Babaannem ve halamın gidişlerinden sonra yalnız yaşadım o güzel evde. Minik saç (ördek) sobamla ısınıyor, banyodaki odunla ısınan termosifonumla yıkanıyor, kendi yemeğimi kendim yapıyor, kitap okuyor, yazıp çiziyor ve tabi ders çalışıyordum.
Okula gitmek için sabahları Sapanca Belediyesi'nin otobüsüne biniyor, yirmi dakikalık yol boyunca çevreyi gözlemliyordum. Bazen de aynı bölümde okuyup benim gibi Sapanca'da kalan arkadaşımla laflıyorduk. Otobüs demiryoluna paralel seyrederdi ve ben hep uzayıp giden demiryoluna, arada geçen yük ve yolcu trenlerine bakar, dalar giderdim.
Tren, hayatım boyunca en sevdiğim ulaşım aracı olmuştur. Çocukken hafta sonları dayımın Pendik'teki evine, yazları sahildeki plajlara gidişimizle başlayan tren yolculukları ben de bir tutku yarattı. Sapanca'ya gidiş gelişlerimde her hafta H.Paşa-Adapazarı trenine binerek bu tutku perçinlenerek devam etti.
Kışın bazı havalarda, özellikle kar yağdığında, sınav gibi bir telaşım da yoksa okula gitmek için otobüs yerine treni tercih ederdim. Sapanca Gölü'nü karşısına almış, tam bir eski taşra istasyonu görünümündeki şimdi yerinde yeller esen Sapanca istasyonunun dili olsa da konuşsa. Buz gibi soğuk karlı havalarda tir tir titreyerek trenin gelmesini beklerken duyduğum mutluluğu. Kesilen elektrikler yüzünden yaşanan gecikmeler bile üzmezdi beni. Hani neredeyse mutlu olurdum.
Yalnızdım, özgürdüm.
Ailemden aldığım aylık harçlıkla kiramı ödeyip, bütçemi yapıp başımın çaresine bakabiliyordum.
İleriye dönük hedeflerimle, kurduğum yeni arkadaşlıklarla, ülkenin apolitik döneminde olmamıza rağmen arkadaşlarımla yaptığım siyasi sohbetlerle ve onlardan öğrendiklerimle çok mutluydum.
Bu mutluluğu hatırladım cumartesi günü Sapanca'da.
Bir gurup meslektaşla birlikte, sevdiğimiz arkadaşımız ve yine meslektaşımız Mahmut beyin evine misafir olduk. Çok keyifli bir misafirlikti, yedik içtik, güldük eğlendik. Mahmut bey ve özellikle eşi Berna hanım muhteşem bir ev sahipliği yaptılar.
Türküleri çok seven ev sahiplerimiz KARA TREN türküsüyle uğurlarken bizi, o anımsayış geldi yerleşti yine yüreğime.
Trenler, trenler...
Benim zamanımın trenleri yok artık.
Sesinin duyulmasıyla kaybolmasının bir olduğu Yüksek Hızlı Tren denilen teknolojik aletler (!) var.
Zaman değişiyor, yapacak bir şey yok.
Nurten'im benim de en sevdiğim taşıt aracı trendir...çocukluğumdan beri ...Sapanca'nın o villalarını trenden görürdük rahmetli annemle 'ay ne güzel keşke burada otursak' derdik...hala da istiyorum ama bende deprem fobisi var:( tıngır mıngır kara trenler gibisi yok...keyifle okudum
YanıtlaSilöptüm