CAĞALOĞLU HAMAMI VE EROL TAŞ KAHVEHANESİ

Yola çıkarken amacımız Cankurtaran'a gidip Erol Taş'ın kahvehanesini görmekti.
Marmaray'ın Sirkeci istasyonu Cağaloğlu çıkışından Sultanahmet'e yürüyelim, oradan bakına bakına Cankurtaran'a ineriz dedik. Kafamın içinde de, Sultanahmet'e çıkınca muhakkak bir yerlere takılabiliriz düşüncesi vardı. Öyle de oldu. Tecrübeyle sabit, Sultanahmet burası, koskoca tarih, görülmedik mutlaka bir yeri olur.  Vilayet binasının



yukarısındaki eski Milli Eğitim İl Müdürlüğü binasından sola sapınca bir kaç bina sonra gene solda Cağaloğlu Hamamı vardır. Önünden defalarca geçtiğim, girişindeki basamakları inip duvardaki ünlülerin fotoğraflarına bakmışlığım vardır, ancak hiç girmemiştim içine. Büyük bir istekle içeri girdim ve görevli aradım. Burasının erkekler kısmı olduğunu da biliyorum, hatta görevli ararken odalardan bir kaç peştemalli erkek çıktı ve ben görmeze gelerek danışmaya yöneldim. Görevliden burada da gezinebileceğimizi, ama yan sokaktan girişi olan kadınlar kısmına gidersek rahat rahat gezip görebileceğimizi öğrendik. Bu arada kadınlar kısmı kafeterya görevlisi genç kız bizi duymuş, dışarıya çıkmadan kadınlar kısmına geçişe götürdü ve rehberlik yapabileceğini söyledi.

Nasıl sevindik! İlk olarak kafeterya karşıladı bizi, çok şaşırdık doğrusu; bahçesi falan olan son derece gelişmiş, sanki hamamda değil de dışarıda imişiz gibi hissettiren bir yerdi. Sonra sıcaklık, soğukluk, masaj odaları, sohbet odaları derken büyülenmiş gibiydik. Bu hamamın müşterileri genellikle turistler, ancak yerli müşteriler de var. Fiyatını da sorduk, bize turist fiyatı uygulamayacaklarını söyledi sempatik genç kız. 80 liraya bütün gün kalınabiliyormuş; hiç bir şey getirmeye gerek yok, havlu da saç kurutma makinesi de varmış. Valla biz karar verdik, gideceğiz en yakın zamanda. Öyle bir yer ki, gir içeri sabahtan akşama kadar tatilde gibi hissederek dinlen. Sabah sekizden akşam ona kadar hizmet veriyor hamam.


Biraz da tarihçesine bakalım:
1741 yılında I.Mahmut tarafından yaptırılmış. Mimarı Abdullah Ağa, fakat planını Süleyman Ağa çizmiş. İstanbul'un en büyük çifte hamamlarından. 1768 yılında şehirde odun ve su sıkıntısı başgöstermiş ve III.Mustafa bundan böyle büyük hamam yapımını yasaklamış. Yani Cağaloğlu Hamamı bu yasaktan önce yapılmış son büyük hamam olmuş. Eski hamamlardan farkı ise Barok üslubuyla yapılan ilk hamam olması. O dönem eski mimari terk edilip batıdaki gibi Barok üslubuna başlanan dönem. O kadar çok yerli yabancı ünlü gelmiş ki buraya, hepsinin fotoğrafları süslüyor girişi. Rehberimiz genç kız Mustafa Kemal Atatürk'ün de geldiğini fakat onun fotoğrafının saygıdan dolayı özellikle konmadığını söyledi.
Biz mutluluktan ağzımız kulaklarımızda çıkarken hamamdan, bir kez daha buraya gelme kararımızı kesinleştirdik.
Başka bir yere takılmadan Topkapı Sarayı'nın dış duvarlarını takip ederek indik Cankurtaran semtine. karşımıza önce, bir zamanların işlek Cankurtaran tren istasyonu çıktı. Bakırköy'e yaptığım tren yolculuklarında tren bu istasyonda durduğunda hemen karşıdaki kahvehaneye bakar bir gün mutlaka gelip Erol Taş ile tanışmayı düşünürdüm. Geldim, ama Yeşilçam'ın kötü adamı Erol Taş çoktan göçmüştü bu dünyadan tabi.
Bahçeli büyük bir kahve. İnanın, insan buraya oturunca kendini ne kadar iyi hissediyor. Pazar akşam üzeri diye mi bilmiyorum tenhaydı. Genellikle çok kalabalık olurmuş. Bir de sadece Türk Sanat Müziği çalarlarmış, en güzellerinden. Müzik de yoktu oturduğumuz sürede. Kısmetimize böyle çıktı, yapacak bir şey yok. Tenha olması çok işimize geldi tabi, rahat rahat dolaşıp bir dolu fotoğraf çektik. Duvarlar kendisinin ve sanatçı arkadaşlarının fotoğraflarıyla doluydu.
Sabahtan beri dünya kadar çay kahve içtiğimizden salep söyledik, o da oldukça iyiydi.
1998 yılı 8 kasımında ölen Erol Taş, babası ölünce çok küçük yaşta gelmiş Erzurum'dan Cankurtaran'a annesiyle. Sinema sanatçılığıyla birlikte yürütmüş kahvehane işini. İnternette yaptığım araştırma, Erol Taş'ın hiç bilmediğim dünyasına götürdü beni. Sinemanın kötü adamı meğer ne iyi kalpli biriymiş, meğer hayatında bir dram varmış. Çocuklarına çok düşkünmüş, ilk karısı ölüp üç çocuğuna hem annelik hem babalık yapmak zorunda kaldığında ise sanki bütün dünyanın çocukları onunmuş gibi hissedermiş. Ses dergisinin 1960'lı yıllardaki Erol Taş röportajlarını okudum bıkıp usanmadan, sonra ölümünden önceki hastalıkla boğuştuğu yılları, gözlerim yaşardı.
Şimdiki nesiller belki bilmez, biz çok filmde seyrettik kötü adam rollerinde. Çok az da iyi adam oynamıştı ve çok güzel oynamıştı. Gerçekten başka bir dönemdi o dönem; gitti çoğu kaldı azı. Hiçbirinin yeri doldurulamıyor yazık.


Yorumlar

Popüler Yayınlar