MUTLU CUMARTESİ

Sirkeci, Eminönü, Tahtakale'ye gitmek beni her zaman heyecanlandırır. Ayda en az bir kez gidiyorum; iş yahut sadece gezmek için. Yıllarımı geçirdim bu bölgede ben, heyecanım bundan. Her sabah ve akşam vapurla gidip geldiğim, kalabalığına hayran olduğum muhteşem yer. O zamanlar henüz Marmaray icat



olmamıştı (!) ve denizden gelen iyotla ne çok mutluydum. İyot kokusunun, insanın karamsar düşüncelerini, kaygılarını yok ettiğini biliyor muydunuz? Bilimsel gerçek olmasının yanında, bizzat kendi bünyemde tanığıyım bunun.
Cumartesi günü Tahtakale'den almam gereken bir kahve değirmeni için yola düştüm arkadaşlarımla. Sirkeci'de inip Büyük Postane'ye doğru ilerlerken on dört yılımı geçirdiğim eski işyerime gitmek geçti içimden. arkadaşlarımla paylaşıp oluru alınca Aşirefendi Caddesi'ne saptık. Eski Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın İl Müdürlüğü binasının bulunduğu sokaktan yukarı doğru çıkarken burasının tadilatta olduğunu gördük. Kafamı sola, Keskin Han'a çevirdim, şaşkınlıkla bakakaldım. Keskin Han Keskin Han olmaktan çıkmış. Pencere ve kapı çerçeveleri sökülmüş, yıkıldım yıkılacağım diyor. Onun şaşkınlığını üzerimden atamadan yokuşun sonunda, karşı sıradaki binanın da yıkılmış, molozlarının henüz kaldırılmamış olduğunu gördüm. İçimi bir korku kapladı, acaba benim han da aynı akibete mi uğradı diye. Çok şükür ki yerinde sapasağlam duruyordu Büyük Milas Han. Kapalı duran giriş kapısını tıkladım, başımı cama dayayıp içeri baktım, inşallah içeride biri vardır diye. Varmış, hem de sürpriz biri, Sabri bey. Odabaşı Turgut emekli olmuş herhalde diye geçirdim içimden. Bizim zamanımızda hanın yöneticiliğini yapan Sabri bey ağır ağır kalktı yerinden yaşlanmış haliyle. Ben ne kadar sevindiysem onu görünce o da o kadar sevindi. Arkadaşlarıma eski çalıştığım yeri göstereceğimi söyledim. Kısa bir sohbetten sonra bana dördüncü katın anahtarını verdi ve terasa çıkıp manzarayı görmemizi önerdi. Hem şaşırdım hem sevindim. Bunca yıl çalıştım orada ve hiç dördüncü kata çıkmadım biliyor musunuz? Hep duyardım çok güzel manzarası var diye, ama o katta bir ansiklopedi firması vardı o zaman. Herhangi bir iş yahut arkadaşlık ilişkimiz de olmadığından oradakilerle, çıkmak aklıma bile gelmedi.
Tamirat görmüş eski asansöre binip dördüncü katta indik. Bütün katı kaplayan eski bir firmanın artıklarıyla karşılaştık. Terk edilmiş bir yer nasıl da kısa zamanda metruk hale gelebiliyordu. Terasa açılan kapıyı bulduk, anahtarla kolayca açıp çıktık. Aman Allah'ım! Bu ne muhteşem bir manzaraydı böyle? O kadar geniş bir açıdan İstanbul'u tepeden görmek müthişti. Solda Haliç, karşı solda boğazın Avrupa yakası, karşıda Boğaz Köprüsü, en sağda Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camii ve en son karşı sağda boğazın Asya yakası. Doyamadık seyretmeye. Benim odamın da manzarası güzeldi ama, bu bambaşkaydı.
İstemeye istemeye kapıyı kapatıp çıktık terastan. İkinci kattaki odama baktım, cam giriş değiştirilmiş, duvar örülüp çelik kapı konmuş. Sonra bodrum kattaki satış için kullandığımız odalara indik. Kulaklarımda Cemal abinin müzikli sesi: "Nerelerde kaldın ey selvi nazım?" İkinci kattan beni böyle çağırırdı çaya kahveye, diafonla. Ah Cemal abi, şimdi belki "Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım" şarkısını söylüyorsundur, duyar gibiyim. Issız, karanlık ve düzensiz bodrum katından da ayrılma zamanı gelmişti. Belki hafta içi hareketli ve aydınlıktır kimbilir?


Sabri beyle biraz daha sohbet ettikten sonra ver elini Tahtakale. Ama yolumuz Sultanhamam'dan geçiyor tabi. Eskinin kumaş merkezi. Biz de zaten kumaş satıyorduk.




Ve sokaklardan birinde kocaman bir Hamal heykeli, Fatih Belediyesi 2012 yılında yerleştirmiş. Gerilerden gelen Kolbaşı Mehmet'in aksi sesi, her akşam taşınan malın parasını öderken yapılan ufak tartışmalar, hey gidi Malatyalı Mehmet hey...

Uygun fiyatlı ve kaliteli kahve değirmenini bulana kadar epey dolaştık, sonunda bulduk, yanına da Kuru Kahveci Mehmet Efendi'den kahve ekledik, bundan iyisi Şam'da kayısı. (Değirmen Amerika'dan sipariş de...)
Bu arada çekirdek kahvelere de baktık, 60 ilâ 100 lira arasında değişiyor kilo fiyatları. en pahalısı Etiyopya kahvesi. Bir ara şeytan dürtmedi değil, ben de değirmen ve çekirdek alıp kendi kahvemi evde çekeyim diye, kovdum o şeytanı Allah'tan.
Sıra Zaza Han'daydı. Burası benim yıllardır saç kurutma makinesi almak için uğradığım yer. Son derece kaliteli, sağlam kuaför malzemeleri satılıyor. Zaza Han'ın adı Baltacı Han imiş yapıldığında. Sonra Gürcistan kökenli Zazadze ailesi ZAZA şirketini kurup hana sahip olunca adını da ZAZA Han olarak değiştirmişler. Tarihi 1917. İstanbul Ticaret Odası'na ilk kaydolan aile şirketiymiş ZAZA.

O kadar güzel bir vitrini var ki; hani nişanlanacak çiftler nişan bohçası için damada tıraş takımı alırlardı eskiden, işte vitrinin bir kısmını boydan boya bu takımlar süslüyor. Eskiden dedim ama, vitrinde boy gösterdiklerine göre demek ki hâlâ gelenek devam ediyor. Biz çok uzaklaştığımız için böyle şeylerden, bilmemem normal herhalde.












Hiç bir şey almadan sadece gezdiğimiz ZAZA Han'dan çıkınca bir kaç sokak, bir kaç yer daha dolaşıp, bir şeyler yiyip dönüş yoluna geçtik.
Heyhat! İyot yerine Marmaray'ın gün ışıksız istasyonlarında...

Yorumlar

Popüler Yayınlar