GÜL'ÜN GÖZLERİ


Kırklı yaşlar çok tehlikelidir bir kadın için.
Evli ise, kocasını sevmiyorsa hemen bir sevgili bulabilir. Daha kaç yıl geçecektir ki böyle?
Bir sevgili bulmak öyle zor bir iş de değildir. Kadın budalası erkek çok olduktan sonra etrafta...

Ama işte esas tehlike burada. Kadın budalasıdır, ama parada uyanıktır adam. Derdi bir an önce kadını yatağa atmaksa da esas derdi kadının parasını nasıl yiyeceğidir.
Kadın bekarsa yine vahim. Nereden bulacağım bu saatten sonra şöyle eli yüzü düzgün bir erkek deyip yapışır kalır pezevengine. Pezevenk demekte bir sakınca yok, çünkü sıkıştı mı pazarlayıverir kadını bunlar.
O güzel aşk sözlerine kanan, hülyalı bakışlara dalan kadın nice zaman sonra anlar ki bu adam değil aradığı. İş işten çoktan geçmiş, para pul bitmiş, çöp gibi atılmıştır bir kenara.
Günlerdir anlatıyoruz Gül'e. "Bu adamdan san ayar olmaz; gel etme eyleme" diye.
"Kıskanıyorsunuz" deyiverdi. "Siz aşktan ne anlarsınız" dedi bir de, kapıyı vurup çıktı. Kalakaldık öylece oturduğumuz koltuklarda. Ne yapmalı ne etmeli de vazgeçirmeli bu sevdadan derken daha da bağlanmasını sağladık galiba.
Aptal!
Bizim anlayamadığımızı sandığı o büyük aşkı yüzünden hayatı perişan olacak haberi yok. Ben aşkın insanın gözünü nasıl kör ettiğini çok iyi bilirim de, ikinci de açılır sanırdım. İnsan bir kez teslim olup perperişan hale düşüp hele bir de borç batağına girince o gözler fal taşı gibi açılır bir daha da kapanmaz bilirim. Yani, öyle olmalı değil mi?
Bu Türkmen kızlarının hepsi açıkgöz; aşna fişneyi pek severler, ama hiç bir adama bir kuruş yedirmezler. Gül dışında!
Aşk olsun, meşk olsun başka bir şey olmasın. Güzel giyinsin, güzel koksun, lüks lokantalarda yemek yesin, denize havuza gitsin... Ama hep Gül'ün parasıyla. Adam bir kuruş bile vermesin. Vermediği gibi borcunu da ödetsin. Bitmedi, evdeki karısının, çocuklarının masraflarını da. Bir de evli yani bu adam. Ama ne yakışıklı, çingenenin hası mübarek.

Hatice, "Artık yatılı istemiyorum, haftada üç gün gelebilirsin" dediği zaman bir ev tuttu Gül; dayadı, döşedi. Her gün geliyordu adam eve. Şimdi haftada bir bilemedin iki. Geçen yıl ameliyat olup rahmi alındığından beri böyle. Artık eskisi gibi zevk almıyormuş adam.
Gül de hâlâ, "Ben bir düzen kurdum, bozamam" deyip duruyor. Neyin düzeni? Evli iki çocuklu adamla hangi düzen Allah aşkına? Sen yapıştıkça adam kaçacak yer arıyor. Sömüreceği kadar da sömürdü zaten. Hangi parayla tutacaksın elinde, hem nereye kadar? Ne demişti göbeğin azıcık çıkınca, "Ben şişman kadın sevmem" Seni kim sevsin soysuz?
Ama belki de adamın da kabahati yok; kadın bu kadar istekli olursa sömürülmeye diyeceğim de, acıyorum, üzülüyorum.
Dinlemiyor, ah kimseleri dinlemiyor.
Bu düzen meselesi nereden çıktı?
Hatice tekrar yatılı istedi Gül'ü. Bir kaç kez düşüp kafayı kolu kırınca gece de bir yardımcıya ihtiyacı olmaya başladı. Ama Gül hanım, "Iııh, olmaz, ben Can'ı bırakamam, onsuz ne yaparım?" dedi de başka bir şey demedi.
Hatice bu sefer başka birini buldu, baktı ikna edemiyor. Ne oldu dersiniz? Gül, yeni yardımcıya, "Ben gündüz çalışayım sen gece" dedi. Bunu duyan Hatice küplere bindi. "Bu evde patron benim, iki kişiye birden maaşı sen mi vereceksin?" diye gürledi. Orta yolu biz buluruz belki derken iş iyice sarpa sardı.
Oysa ortada, aşktan, kıskançlıktan, her şeyden de büyük bir gerçek var. Hatice'nin yanından ayrılmak demek çalışma izni ile birlikte oturma izninin de sona ermesi ve sınır dışı edilmek demek. Ara vermeden bir başkasının yanında çalışma izni alamazsa yandı. Parasız pulsuz, aşksız meşksiz ortada öylece kalacak.

Gül'ün gözleri, yaşamaya takati kalmışsa belki üçüncüde açılacak ve bir daha da hiç kapanmayacak.

Yorumlar

Popüler Yayınlar