KAPANDI MI O DEVİR?
Ben bu evde ölmek istemiyorum. Son nefesimi bu daracık,
karanlık odada vermek istemiyorum. Götürseler ya beni evime, götürmüyorlar.
Uydurdular bir bahane zorla getirdiler beni buraya. Neymiş efendim, havalar
soğukmuş, kış çıkana kadar yanlarında kalaymışım. Kış çıkıyor işte, güneş
yükseliyor öğlenleri, ağaçlar bile yeşillenmeye durdu. Ben hâlâ buradayım.
Ne kadar yabancı bu ev bana, oysa doğduğum topraklarda
sayılırım, atlasam arabaya on beş dakika sonra doğduğum köyde olurum. Ne
arabaya atlayacak halim var ne de kimseyi görecek gözüm aslında. Ana yok, baba
yok, kardeş yok, kimi göreyim de hasretimi gidereyim ki? Yarın, bilemedin öbür
gün çağırırlar yanlarına, orada, o bilinmeyen yerde gideririz hasretimizi.
Öperim anamın babamın ellerini, yanaklarını, koklarım, çekerim içime. Affettim
onları ben, ne de olsa ana baba. Ne yaptılarsa benim iyiliğimi düşündüklerinden
yaptılar, dövdülerse de gene iyiliğim için. Sormadılar gerçi bana kendim için
ne düşündüğümü, neyin benim iyiliğime olabileceğini, olsun. Anladılar ya son
nefeslerini verirken, helallik istediler ya benden, yetti işte.
Ama abimi, ablamı hiç affetmedim, affetmeyeceğim. Kötü
kalpliydi ikisi de, anamı babamı onlar kışkırttı, saldı üstüme. Ne istedilerse
tek canımdan? Malda mülkte de gözüm yoktu, parsel ettiler paylaştılar, haberim
bile olmadı, olunca da sesimi mi çıkarttım sanki? Bana, çalışıp da kazandığım
para yetip artıyordu, alın terimle yaptım ne yaptımsa. Dul kalınca onlar
gönderdi İstanbul’a, ‘para kazanmazsan yemek yok sana’ diye onlar dedi.
Sigortalı işe girip para kazanınca da kıskandılar utanmadan. Namusuma iftira
attılar, paramı almaya kalkıştılar. Ne yapaydım, her gün dayak yediğim abi
evinde oturmaya devam mı edeydim? Takside girip ev aldım kendime. Bu sefer de
abim olacak soyguncu evi kendi üstüme yapmamı istedi? Nasıl olsa çoluğum
çocuğum yokmuş, kime kalacakmış, onun çocuklarına kalsın da o da bana ölünceye
kadar baksınmış. Bak, kim öldü Allah aşkına? Yapaydım evimi onun üstüne şimdi
sürünürdüm ortalarda.
Allah’tan, kardeşimden olan yeğenim vefalı çıktı, hastalığımda
sağlığımda karısıyla koşuşturup durdular sağ olsunlar. Ben de geçen yıl
yapıverdim evi onların üstüne. Pişmanlığım yok, bakıyorlar gene bana. Gerçi ben
kendime bakabiliyorum çok şükür, elden ayaktan düşmedim daha, ama temizlik
falan yapamıyorum artık, gelin gelip onu hallediyor ayda bir işte. Evime
tadilat yaptılar, kalorifer döşettiler, rahat rahat yaşıyordum ne güzel.
Gelip almasalardı…
İnsanın kendi evi gibi yok. Soğan ekmek de yesen, battaniyeye
sarınıp da ısınsan kendi evin işte. İster ayağını uzat yat kanepede, ister
pencerenden sokağa bak, kim karışır ki? Efendi sensin, keyfin ne isterse onu
yaparsın. Şimdi öyle mi ya? Yemek saati, uyku saati, şu saati, bu saati. Gelin
de pek titiz, bir şey demiyor, ama ben yine de çekiniyorum yanlış bir şey yapıp
evin düzenini bozacağım diye.
Bir de doktor hastalığı var bunlarda, aksırsan haydi koş
doktora. Yok ki benim bir şeyim, götürüyorlar, bir torba da ilaç yazdırıyorlar,
içirip duruyorlar. Ben iyiydim, beni bu ilaçlar mahvetti biliyorum. Yok nefesim
yetmiyormuş, yok Parkinson mu nedir varmış, ilaç içmezsem ölürmüşüm. Asıl içe
içe öleceğim haberleri yok. Durmadan tahlil, tomografi, emar, vallahi bıktım.
Balkona çıkamıyorum, kocaman balkona kısacık korkuluk
yapmışlar, başım dönüyor. Zaten en üst kattan da aşağısı seçilmiyor ki. Ne
güzel bakardım giriş katı penceremden, sokakta çocuklar oynardı, ekmek
aldırırdım onlara. Kedilerim vardı, yemek verirdim, ne oldular acaba? Aşağıdaki
dükkan sahibi de hiç sevmezdi onları, şimdi ben gidince kovmuştur zavallıları.
Her sabah işe gidişini, her akşam da işten dönüşünü beklerdim
Gülten’in. Yaşama sevincim gibiydi o. Her gün uğrayamasa da onun apartmanda
olduğunu bilmek güç verirdi bana. Konuşurduk yenilerden, eskilerden, arada
dedikodu da yapardık, gülerdik. ‘Sen olmasan bu apartmanda ne işim var artık
benim’ derdim ona. Doğruydu, iki laf edecek başka kimsem kalmadıydı ki, giden
gitti, kalanlar da değişti, eskisi gibi değiller artık.
Taşınmış Gülten…
Telefonda söylemiş bizim geline. Ben üzülürüm diye ona
söylemiş. Gelecekti güya, kim bilir ne zaman?
Yolun sonu mu yaklaşıyor yoksa?
Kapandı mı o devir, bırakıp gitti mi beni güzel Üsküdar? Son
bir kez Üsküdar sahilinden denizin kokusunu duymak isterdim, oturup bir çay
bahçesinde çay içmek isterdim, Tekel işçiliği günlerimi yâd etmek isterdim.
Genç, kütür kütür bedenimle yokuşlardan aşağı nasıl da koştura
koştura inerdim. Bilemedim kıymetini o yılların, bilemedim. Bilen var mı onu da
çözemedim.
İnsanın kendi evi gibi yok.
Ama artık kendi evimin de neşesi yok işte. Benim bir yerim yok
artık yaşam sevinci duyabileceğim.
Taşınmış Gülten…
Yine de, yine de ben bu evde ölmek istemiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder