KAHROLASI FREN

-Evladım, 11:15 İstanbul otobüsü mü bu?
-Evet teyze, nerede ineceksin?
-E, İstanbul dedik ya işte.
-Yok teyzem, bunun Dudullu'su var, Alibeyköy'ü var, Esenler'i var.
-Aman oğlum ne işim var benim Esenler'de, Kadıköy'e gidiyorum ben.
-Tamam işte teyzem, Dudullu'da ineceksin.
-Servisiniz var mı? Kalmayalım ortada?
-Ayıp ettin olmaz mı? Ver bavulunu.
-Ay ay dikkat et, şişe var içinde kırılmasın. Yatır yatır, hah şöyle. O kadar yoldan getirdim, burada kırılırsa külahları değişiriz sonra.
-Çok kıymetli galiba bu şişe, ne var içinde?
-Sana ne be oğlum, işine baksana sen, zevzek zevzek konuşmak yakışıyor mu hiç sana? Yakışıklı da bir delikanlısın maşallah da çenen biraz az çalışsa.



Çeşme-İstanbul otobüsüdür bu.
Çok kıymetli şişesi için tartışan da 79 yaşındaki Feride hanım. Feride hanımın bir bacağı ameliyattan çıkalı henüz 2 ay oldu. Elindeki şık bastonu ve refakatçısı Emine'nin kolluk desteği ile zar zor yürüyor. Yine de ve ille de gezecek. Seyahat onun için hayatın anlamı. Kaç ameliyat geçirdi o sağ bacak, sayısı bilinmez. Doktorla önceden konuşulur, acaba ne kadar zamanda seyahat edebilecek duruma gelinecektir? Ona göre seyahat programı yapılır. Hatta önceden yapılmışsa plan, doktora adeta ültimatom verilir, bu bacak o güne kadar iyileşmelidir. Önce araba ile deneme yapılır; araba kullanılabiliyorsa seyahate de çıkılabilir. Yalnız bu son seyahatte biraz fazla yordu kendini. Anladı ki, artık daha yakın ve zorluk derecesi daha düşük programlı yerlere gitmeli.

Günlerden pazar, hava çok sıcak, otogar tenha; yarısından epey fazlası kadın olan otobüs yolcuları yavaş yavaş yerleşmeye başladı. Feride hanım ve Emine, 'rahat' denen 2+1 koltuk düzeni sisteminde en önde yolculuk yapıyorlar. Otobüs hareket etmeden önce dışarıda içtiği sigaranın izmaritini atacak çöp kutusu arayan Emine'ye "Yere at!" dedi 'zevzek' muavin. "Çöpçülerin işini mi azaltacan? Boş boş oturuyorlar bütün gün." Yere attı izmariti Emine, üzerine de ayağıyla iyice bastı.
-Kaçta varırız Dudullu'ya Buğra bey?
Buğra'yı muavinin gömleğinin üzerindeki etiketten okumuştu?
-Valla, uzun sürer, posta arabası bu.
-Nasıl yani?
-Şöyle, önce Ilıca'ya, sonra Urla'ya, İzmir'e, Balıkesir'e, bir de Bursa'ya uğruyoruz. Susurluk'ta da yarım saat mola. Akşam dokuz buçuktan önce varamayız ablam.
-Niye ki?
-Niye mi? Yolcu indirip bindiriyoruz, bütün koltuklar dolu bugün. Biri inecek öteki binecek yani.
-Eyvah ki eyvah!
-Ne oldu abla, acelen mi var?
-Kimin acelesi yok ki, yarın iş var, akşam da bir dolu hazırlık.
-Sen de haklısın, işin zor, yaşlı bakmak kolay mı?
-Yok canım, ne yaşlı bakması, Feride hanımla seyahat arkadaşıyız biz. Başka işim var benim.
-Pardon abla. Hadi yerleş, kalkarız birazdan.

Boyu ortanın üzerinde, esmer, iri yapılı denemeyecek, ama zayıf da denemeyecek yirmili yaşlarında biri muavin Buğra. Simsiyah saçları enseden ve yanlardan yukarıya çok kısa, tepede dört beş santim uzun bırakılıp geriye doğru kabarık biçimde taranıp jölelenmiş. İri gözleri ateş saçıyor. Hani, bir olay çıksa da dalsam hemen der gibi.
Herkes yerine yerleştikten sonra, orta yaşlarda, orta boylu, esmer şoför motoru çalıştırdı.
On dakika içinde, Feride hanımın elinde kavrulmuş fındık paketi, Emine'nin de, okuduğu kitap dizlerinde açık olduğu halde uyuya kaldılar.
Birden bir kadın bağırtısıyla gözlerini açtılar. Urla otogarından binmiş olan, kırklı yaşlarında olup yaşını göstermemeye çalışmış, ama başaramamış saçları çiğ sarı boyalı bir kadın feryat figan söyleniyor:
-Muavin bey, benim koltuğum neden dik durmuyor?
-Bozuk herhalde hanfendi.
-O nasıl laf? Ne demek bozuk? Ben böyle mi yolculuk yapacağım?
-Ben tamirci değilim bayan, elimden bir şey gelmiyor şu an.
-Ay, şaka gibi, nasıl yaaa?
-La havle, şaka maka değil, bozuk demek ki koltuk, yalan borcum mu var size?
-Allah'ım, gerçekten şaka gibi. Ben şimdi yatarak mı yapacağım bütün yolculuğu? Dur dur, hareket etme, şikayet edeceğim müdürlüğe.
-Burada müdürlük yok efendim, İstanbul'da edersiniz şikayet.
-Edeceğim tabi, müdürlüğe de, internete de her yere şikayet edeceğim sizi.
Muavinin ateş saçan gözleri iyice alevlendi.
-Allah Allah, bizim ne kabahatimiz var hanım? Bize otobüsü veriyorlar gidiyoruz işte, bakım müdürü müyüz biz? Git, nereye şikayet edersen et, dedi ve bir hışımla şoförün arkasındaki basamağa oturdu. O zamana kadar tartışma umurunda olmayan şoför arkada neler olduğunu sorunca muavin:
-Ya, ne güzel keyifli keyifli gidecektik anasını satayım, bütün keyfimi kaçırdı bu kadın. Koltuğu bozukmuş.
Şoför gene umursamaz:
-Boşver, konuşur konuşur susar, dedi.
Fakat kadın uzun süre susmadı. Yanında yöresindeki kadınları örgütlemeye kalktı. Bir uğultu halinde konuşuyorlardı. Herkesle aynı parayı ödemesinin haksızlık olduğunu, üstelik bu seyahatin 130 lira gibi büyük bir paranın hakkı olmadığını falan. Kimi destekledi kadını, kimisi kılını kıpırdatmadı.
Hâlâ basamakta oturan muavin ise, sinirden terleyen alnını kağıt mendille sile sile kıpkırmızı yaptı.
Sonra isteksizce yerinden kalkıp servis arabasını hazırladı. En önde oturan Feride hanım başını biraz da arkaya çevirerek:
-Amaaan oğlum, gül biraz. Bu kadar bağıracak ne varsa sanki, bağırınca koltuk mu düzelecek? diyerek muavine güç verdi. Bundan sonra muavin eski neşeli haline döndü, kadın da her nasılsa sustu.

Otobüs İzmir'e yaklaşırken arka sıralardan yeni bir uğultu yükseldi:
-Mola vermeyecek miyiz biz?
-Mola Susurluk'ta hanımlar beyler sabredin, servis yaptım daha yeni, dedi muavin ve kıyamet koptu.
-E, ama ihtiyaç molası da mı yok?
-Her yerde duruyorsunuz, indirmiyorsunuz, bari bir sigara içimlik indirseniz.
-Ben Susurluğa kadar dayanamam ki, söyle şoföre dursun bir yerde.
Otobüsteki az sayıda erkeğin gıkı çıkmıyordu, kadınlarsa durmaksızın şikayet halindeydi.
Baktı olmayacak, durmak gerektiğini söyledi şoförün kulağına. Bir iki kilometre sonra bir akaryakıt istasyonunun girişinde durdu otobüs. Bir spiker edasıyla mikrofonu eline alan muavin:
-Sevgili hanımlar beyler, otobüsümüz on dakika ihtiyaç molası vermiştir. Şu anda saat 12:40, lütfen gecikmeyelim, valla bırakırım gecikeni, dedi ve Feride hanıma göz kırptı, gülüştüler.
Emine, Feride hanıma tuvalete gelip gelmeyeceğini sordu, gelmeyeceğini söyledi Feride hanım da. Fakat herkes otobüsten indikten yaklaşık üç dakika sonra birden tuvaleti geldiğini anladı. Şişman vücudu ve sakat bacağı ile bir elinde de bastonu, Emine'ye tutunarak zor bela indi otobüsten. Tuvalet akaryakıt istasyonunun en sonundaydı. Normalde bir dakika bile sürmeyecek yolu üç dakikada aldılar. Emine dışarıda bekledi de bekledi. Giren çıkıyor, giren çıkıyor fakat Feride hanım görünmüyordu bir türlü. On dakika tam dolmuştu ki oflaya puflaya göründü tuvaletin çıkışında.
-Çok zorlandım Emine, sanki bütün yediklerim burayı beklemiş. Doldu mu vakit?
-Doldu doldu, hadi Feride teyzem ha gayret, herkes bindi bir biz kaldık.
-Aman be! Ne yapalım yani, biraz da bizi beklesin kokonalar.
Tam beş dakika gecikme ile otobüsün basamaklarını tırmanırken söyleniyordu bir yandan da:
-Kimse sırasını vermedi oğlum, otuz kişi vardı. Hastayım dedim, umurları bile olmadı. İnsanlık ölmüş yavrum.
Kapıda sigarasını tüttüren şoför acıdı Feride hanıma:
-Ölmüş vallahi annem, insanlık kalmamış, dedi.
Muavin yolcuları sayarken arka sıralardan yaşlı bir kadın bağırdı:
-Benim yanımdaki yolcu yok!
-Teyze senin yanında zaten yolcu yoktu ki.
-Haa, peki o zaman oğlum.
Artık herkes ihtiyaçlarını gidermiş, rahatlamış vaziyette oturuyordu koltuklarında.
İzmir Otogarına gelindiğinde muavin yine eline mikrofonu aldı:
-Sevgili hanımlar beyler, İzmir'e gelmiş bulunuyoruz, yolcu indirip bindireceğiz, devam eden yolcularımız lütfen yerlerinden kalkmasın.
Arka sıradaki yaşlı kadın geldi en önde durdu. Kısa boylu, zayıf, yüzü buruş buruş, siyaha boyanmış kısa saçlıydı. Bu sıcakta sırtında kalın kapitone mont vardı. Şoför, bir isteği olup olmadığını sorunca:
-Yok oğlum yolcu bekliyorum ben, o gelince otururum yerime.
-Anne başka yolcu yok ki, sen birini mi bekliyorsun?
-Yok, yolcu gelecek dedim ya, yolcu bekliyorum ben.
Bir gariplik olduğunu anlayan şoför, o yolcunun şimdi gelmeyeceğini söyledi kadına. Kadın da söylene söylene gitti yerine.
-Ama benim canım sıkılıyor, gelsin artık o yolcu.
Herkes önce kadına, sonra gözlerini belerterek birbirlerine baktı.
-Ah zavallııı, dedi Feride hanım ve başını arkaya yaslayıp uykuya daldı birden. Kitabını okumaya başlayan Emine sağ tarafında hareketlenmeler görünce döndü. Feride hanım bir yandan sağ kolunu ileriye uzatıp avucunu açıp kapıyor bir yandan da sol elini ağzına götürüp yemek yermiş gibi yapıyordu. Sonra saçlarına götürdü ellerini ve:
-Bıraak, bırak diyorum sana, seni ahlaksız, bırak saçlarımı, diye bağırıyordu. O kadar uğultu vardı ki otobüsün içinde, Allah'tan kimse duymadan koluna hafifçe dokunup uyandırdı Emine.
-Ahh, rüya gördüm Emine'm, konuştum ben gene değil mi? Doktora gitsem ilaç verecek, zaten bir sürü ilaç içiyorum gitmem. Rahmetli görümcemi gördüm, kavga kıyamet işte, hep öyleydi şizofren. Çok çektim ondan çok. Nurlarda yatsın, kötüydü. Ama benim yüreğimde ne büyük bir iyilik var ki bana nasip oldu cenazesini kaldırmak. Biliyor musun gençliğinde bıngıl bıngıldı, yıkarken baktım da nasıl o hale gelmiş yazık. Sırtında böyle böyle para gibi siyahlıklar vardı, hep akciğerden, çok sigara içerdi. Bırak sen de şunu kızım.
-İnşallah Feride teyzem.
-Ohhooo sen bırakmayacaksın belli, inşallahla olur mu o iş?

Balıkesir otogarına gelindiğinde arkadaki yaşlı kadın gene geldi şoförün yanına. Bu arada sırtında büyükçe bir çanta ile bir genç kız otobüse binmeye çalışıyordu. Yaşlı kadın:
-Kızım sen yolcu musun? dedi heyecanla.
Şaşırarak baktı önce genç kız. Sonra başını salladı 'evet' anlamında. Yaşlı kadın sevinerek ve daha büyük bir heyecanla:
-Hah! dedi, Ben de seni bekliyordum. Gel, gel anlatacaklarım var. Allah'ım çok şükür, deyince o ana kadar kendilerini tutan yolcular kahkahalarını koyverdiler.
-Ay yazıık, dedi Feride hanım. Kurban oldu kızcağız, kurban. Dur ben gideyim şu kadının yanına da kurtarayım kızı. Emine, ona mı şeceresini sorayım yoksa ben mi şeceremi anlatayım?
-Sen anlat önce de kadına fenalık gelsin, önce o anlatırsa bu sefer sana fenalık gelir, dedi Emine kahkahayla.
Feride hanım gitmekten vazgeçti.
Muavin:
-Cık cık, yazık, contası yanmış kadının, dedi.
Açık yolda güzel güzel giderlerken şoför emniyet şeridine çekti otobüsü birden:
-Nooldu buna yahu? Bozuldu araba, hay Allah! dedi ve kontağı kapatıp dışarı çıktı. Peşinden muavin ile ikinci şoför. İnerken ön sıralara 'Aman kimse anlamasın, sakın haa!' dediler.
-Aaa, ne oldu Emine, araba mı bozuldu? diyen Feride hanımın sesini duyan herkes başladı fikir yürütmeye:
-Ne olmuş benzini mi bitmiş?
-Benzini biter mi canım, ilahi, siz de pek hoşsunuz.
-Aküsü mü bitmiş?
-Kayışı mı kopmuş?
-Ne yapacağız biz şimdi, kaldık mı yolun ortasında?
-Altı aylık da arabaymış, nasıl bozulur ki?
-Motoru arkasında mı bunun, kapağı mı açtılar? Ayy, çok uzun sürecek eyvah!

Bu arada muavin girdi içeri. Feride hanım:
-Buğraaa, noluyooo? Yolda mı kaldık?
-Dur şimdi teyzem, üç kulufallah bir elham okuruz çalışır bu.
Muavinin hiç keyfini bozmadan söylediği bu cümleye geniş geniş güldüler az önce gerilen yolcular. Ne olduğunu anlamadılar, ama yaklaşık bir on dakika sonra otobüs çalışınca derin derin de ohhh çektiler.

Sonunda Susurluk'ta mola yerine gelindi çok şükür. Buğra muavin her zamanki spiker edasıyla tekrar mikrofondaydı:
-Sevgili hanımlar beyler, değerli yol arkadaşlarımız, heyecanla beklediğiniz Susurluk mola tesisi emrinize amadedir. Mola süremiz yarım saattir. Aman gözünüzü seveyim geç kalmayın; bak daha Ataşehir'e yetişecem, tekrar Çeşme'ye dönecem, ona göre.
Uykusunda perde düzeltirken muavinin sesiyle uyanan Feride hanımın gözleri fal taşı gibi açıldı:
-Evladım ne dedin sen? Tekrar Çeşme'ye mi döneceksin? Hiç uyumadan mı?
-Çeşme'ye gidince dört saat uyurum anne, dert etme sen.
-Olur mu yavrum aaa, üstüme iyilik sağlık, ne vicdansız bu otobüs firmaları böyle, tövbe tövbeee.
-Yok anne, evlenicem, para lazım. Saat başı ücret alıyoruz biz. Ne kadar fazla saat o kadar çok para yani.
-Olmaz yavrum, yazık gençliğine. Çok mu altın istiyor bu senin kız?
-O istemese de alınacak, gelenek görenek sonunda, yani.
-Hay gelenek batsın, oğlum altın kaç para oldu senin haberin var mı?
-Var da ondan çalışıyoruz be anne.
Bu arada, ön tarafa gelen, contası yanık yaşlı kadın muavinin kolunu sertçe dürttü:
-E hadi, yeter konuştuğun yol aç bi hele, karnım aç benim, gözleme yiyecem.

Mola saatine herkes uydu, muavin Buğra hariç. Yarım saatin dolmasına bir dakika kala 'Çay içeeeen' diye bağıran tesisin garsonundan kaptığı çayı yudum yudum, kana kana tam on dakikada içti. Sonra da onun halini görerek gevşeyen ve tekrar dışarı çıkan yolcuları, çayının bitiminde tavuk kışkışlar gibi otobüse tıktı. Söylenmeler, kinayeler bir kulağından girdi öbüründen çıktı.

Otobüs hareket eder etmez de koltukların arasında, öndeki basamağa oturup yanındaki ikinci şoförle cep telefonunu kurcalamaya başladı. Her zamanki uğultudan kimse duymuyordu, ama Emine'nin görüş hizasındaydı. Canlı bağlandıkları kızların ekranda söylediklerinin hepsini duydu Emine. Muavinin, ikinci şoföre, "Aman dikkat, dokunma oraya, yengen anlarsa mahvolurum" dediğini de.

-Osmangazi köprüsünden mi geçeceğiz muavin oğlum? Neresi burası, nereye geldik Emine?

Şoförün, otobanda sol şeritte ısrarla yavaş giden otomobile çaldığı korna sesiyle, rüyasında mal paylaşımı yaparken sıçrayarak uyandı Feride hanım. Hep uyuyarak geçtiği köprüden bu sefer uyanık geçmek istiyordu. Emine'ye, "Dürt beni köprüde" dedi.
Emine dürttü Feride hanımı köprüde. Hava kararmıştı, çok da bir şey göremedi ve tekrar uykuya daldı. Kâh rahmetli kocasıyla kâh görümcesiyle kavga ede ede İstanbul'a bir kaç kilometre kala gözünü açtı:
-Aa, gelmişiz be Emine. Ne uyumuşum ama. Off, ayaklarım nasıl şişmiş bak. Yok yok, bana artık otobüs olmaz. Uçağın gözünü seveyim. Dizim de fena, bıçak girmiş gibi ağrıyor. Bir an önce eve gitsem, banyo falan yapmadan yatasım var. Beni ikaz et kızım bir daha, pahalı falan dinleme aldır bana uçak bileti. Servis vardı Kadıköy'e değil mi?
-Var, var da, taksiyle gitsek daha iyi olmaz mı Feride teyzem?
-Tabi iyi olur da, şimdi ödemeyelim o kadar para, kim bilir kaç lira yazar taksimetre? Daha emekli maaşını almaya beş gün var. Servisten telefon edersin Ayten'e sen, beni kapıda karşılar. Uyumuş mudur ki? Uyumuşsa da uyansın canım, kaç gündür ben yokum diye bayram yapmıştır evde şıllık.
..............
Kırılmamıştır şişe inşallah bavulda. Bu muavin pek itinasız yerleştirdiydi. O kadar yoldan getirdik, eve şuncacık kalmışken ziyan olmasın.

Sonunda yarım saat gecikmeyle Dudullu'ya vardı otobüs. Muavin şarja koyduğu telefonunu şimşek hızıyla kaptığı gibi dışarı attı kendini.
Contası yanmış yaşlı kadının ise bekleyenleri vardı:
-Annee, beğendin mi yaptığını, hani bizi bekleyecektin? Ödümüz koptu başına bir şey gelecek diye. Şermin'de de hiç akıl yokmuş, nasıl gönderdi seni tek başına?
-Çok sıkıldım çok, yanımdaki kız da hep uyudu, dinlemedi beni kimse. Şermin de dinlemiyor zaten.

Emine'nin iki elinde birer bavul, çeke çeke, Feride hanımın elinde baston, aksak aksak servislerin bulunduğu alana geldiler. Kendilerinden başka sadece bir genç kızın olduğu aracın içine rahatça yerleştiler. Bavullar servis aracının içinde, oturma yerleri çıkarılmış koltukların üzerindeydi. Feride hanım altta ezilmesin diye en üste koydurmuştu bavulunu.
İstanbul trafiğinin bolca yaptırdığı frenlerin birinde küt diye yere düştü bavul. Şangırtı sesinin duyulmasından çok kısa süre sonra keskin bir Baileys kokusu sardı aracı.

Yorumlar

  1. Yerinde ve ders alınması gereken bir durumu kaleme almışsınız. Yaşlı olmak böyle bir şey olsa gerek:) Kaleminize sağlık. Yalnız o şangırtı sesi demek ki ne kadar dikkat etsen de yine oluyormuş:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim hocam.
      Yaşlılık öyle değişik bir şey ki, o kadar çok yaşlı ile muhatap oluyorum ki, kendi yaşlılığımı düşünür oldum. Tek istediğim, aklımın başımda olması. Fiziksel sağlıkla birlikte tabi. Huysuz olmak da istemiyorum:) Çok huysuz var ailede.
      Saygılarımla.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar