İĞNEADA, LONGOZ ORMANLARI


Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği Üsküdar Şubesi olarak İğneada'daydık bu hafta sonu.
Eylül ayının son haftası yapılan seçimli genel kurul ile birlikte yeni döneme yeni başkanımız ve ekibiyle merhaba dedik. Bu yeni dönemde "Bol bol gezeceğiz" sözünü veren dernek yönetim kurulu, Ali Önder Biter başkanlığında ilk etkinliğini gerçekleştirdi.


Kırklareli ilinin Bulgaristan sınırındaki ilçesi Demirköy'e bağlı bir belde İğneada.
Cuma sabahı saat 06:00'da, içinde Pendikli meslektaş dostlarımızın da olduğu otobüsümüz Üsküdar'dan hareket etti. Çay ve sıcak poğaça ikramı ile bir ön kahvaltı yaptık. Yaklaşık 3 saat sonra Demirköy'deki SAMAKOF Kır Lokantası'nda hazır kahvaltılarımızı bizi beklerken bulduk. Son derece temiz ve ferah mekanda mükellef kahvaltımızı yaptık, bizi İğneada'da gezdirecek rehberimiz Halil İbrahim bey ile tanıştık. Halil İbrahim tam bir Trakyalı. İlk sunumu İstanbul Türkçesi ile yaptıktan sonra özüne dönüp o muhteşem Trakya lehçesi ile bize unutulmaz bir hafta sonu yaşattı. Anne babası Trabzon-Rize karışımı iken kendisi Trakya'da doğmuş ve hiç Karadeniz'e gitmemiş. Arada kalmış bir LazTrak diye tanımlıyor kendini.
Kahvaltıdan sonra ilk durağımız DUPSİNA mağarasıydı.
Trakya'nın turizme açılan ilk ve tek mağarasıymış. Karadeniz'in serin ikliminin etkisi altında kalan, Türkiye-Bulgaristan sınırını oluşturan, Rezve Deresi'nin Istranca Dağları'nı derin vadilerle yardığı, biraz vahşi bir görünüme sahip bir bölgede yer alıyor. Toplam uzunluğu 2.700 metre. 2003 yılında 450 metrelik bölümü turizme açılmış. Yürüyüş iskeleleri ve aydınlatması var. İçinden devamlı akışı olan bir yeraltı nehri akan ve deniz seviyesinden 345 metre yukarıda giriş ağzı bulunan mağaranın son noktası girişten 61 metre yukarıda yer alıyor. Daha önce bir çok mağara gezdim, fakat bu kadar ferah feza bir mağara görmedim açıkçası. Rehberimiz mağara gezisinde oluşabilecek fiziksel sıkıntılarla ilgili uyarılarda bulundu da bence burası için çok da gerekli değilmiş. İniş yolu muhteşemdi. Harika yeşil bir doğa içinde, tahta merdiven iskelelerden keyifle indik. Gerçekten anlatılamaz güzellikteydi. Aşağıda yöresel ve hediyelik eşya satan bir tezgah ve biraz ileride çay bahçesi vardı. Çay bahçesinin içinde de 4 tane salıncak. Salıncak burada çok rağbette anlaşılan, yürüyüş yaptığımız longoz ormanlarında da kurmuşlar. Sabah kahvesini burada içtim; şaşırdığım şey çayın 1 lira olan fiyatının yanında kahvenin 6 lira olmasıydı. İğneada merkezdeki köy kahvesinde de aynı fiyat aralığı var, ilginç.

Dupnisa'yı arkamızda bırakıp Longoz ormanlarına doğru yola çıktık. Yaklaşık 1 saatten az bir sürede ulaştık. Önce, bir merkezde bize İğneada ve Longoz ormanları ile ilgili bilgilendirme yapıldı. Sonra doğru öğle yemeğine. Kahvaltıda olduğu gibi, öğle yemeğimiz de bizi hazır bekliyordu. Orman içindeki etrafı yemyeşil boşlukta barbekü tesisi kurulmuş, ızgaraların dumanı tütüyor, bembeyaz örtülü uzun sofralarımız karşımızda. Çok keyifli ve doyurucu geçen öğle yemeğimizden sonra rehberimiz eşliğinde ormanın derinliklerine daldık. (Ay, bu 'ormanın derinlikleri' cümlesi kitaplarda okuduğumda çok hoşuma giderdi ve kendimin bu cümleyi kuracak tecrübemin olmayacağını düşünürdüm. Ali başkan, sayende oldu bak!)
Normalden biraz kısa fakat oldukça zorlu bir yürüyüş gerçekleştirdik. Gökyüzünün neredeyse görünmediği uzun ağaçlarla, derin çukurlarla ve yılbaşı çiçeği diye bildiğimiz kokina bitkileriyle kaplı ormanda şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklendik.
Önce, Longoz ne demektir, onu açıklamam gerek. Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan ekosistemdir. Bu ekosistemin devamlılığı için en temel koşul, bol suyun devamlı var olmasıdır. Su, getirdiği kil ve organik materyal ile bu sahaların topraklarını mineral ve organik materyal yönünden zenginleştirir. Yağmur ormanları gibi gürdür. Bununla birlikte, sadece yağışa ve hava nemine değil, daha çok 'taban suyun'na bağımlıdır. Su Basan ormanları da denir.
Rehberimiz Halil İbrahim, buranın Milli park kısmının aynı zamanda gen ormanları olduğunu söyledi. Yani herhangi bir felaketle yok olma durumunda kendi kendine yenilenebilme kapasitesine sahip orman demekmiş. Buraya hiç ağaç dikilmez, hiç bir ağaç kesilmez ve düşen hiç bir ağaç taşınmazmış. Her şey kendi kendine olurmuş. Doğayı ellemiyoruz yani ve bir süre sonra bakıyoruz kendi kendini yenilemiş orman. Ne güzel!

Dünyanın üçüncü Longoz ormanıymış burası. Mutlaka korunması gerekiyor. Buna rağmen Termik santral yapılması burada da gündemde. 4-5 yıl önce Trakyalılar eylem yapıp engel olmuşlar, ancak henüz bitmemiş hesaplaşma. Trakya insanı sorumluluk bilincine sahip. Ne kadar göz boyaması varsa hepsini bertaraf etmişler. Projeden 2-3 yıl kadar önce göz boyamak için yapılan yardımları kabul edip projeye onay verilmemesi için de var güçleriyle eylem yapmışlar. Halil İbrahim bunları o kadar güzel anlattı ki hayranlık duyduk. Artık akşam olmak üzereydi, ara sıra yağan hafif yağmurla yaptığımız bugünkü gezimizi bitirip otelimize geldik. Uzun bir sahili olan koyda deniz kenarında, İğneada Resort&Spa otel. Önü geniş kumsal. Karadeniz'e özgü hırçın dalgalar kumları dövüyor.
Akşam yemeğinden sonra programda Kumda Ateş Partisi vardı. Önce serin deyip vazgeçmek üzereyken deneyelim dedik. İyi ki demişiz. Ortadaki büyük ateşin etrafında kümelendik. En güzel müziklerle danslar ettik. Bırakın üşümeyi ter bastı hepimizi. Tek kelimeyle muhteşemdi. Çocukluğumda Bartın'daki evimizin önünde böyle bir ateş yakmıştık, tenekede haşlanan midyelerle ateş etrafında akşam yemeğimizi yemiştik. Ondan sonra bu ilk kumda ateş deneyimim oldu. Bu deneyimi yaşamadan ölmeyin arkadaşlar. Tabi ertesi gün kahvaltı sonrası kano ve ata binme deneyimi yaşayan arkadaşlar da aynı şeyi söyleyecektir mutlaka, ama benim ilgi alanımda değil maalesef o deneyimler. Biz bir kaç arkadaş köy pazarını dolaşıp köy kahvesinde çay içtik. Burada sanki Bartın'daki köyümde gibi hissettim kendimi. Tabi aynı coğrafi düzlemde oldukları için iklim ve toplumsal yaşayış birbirine çok benziyor. Her adım başı bir köpeğe rastlamamız bile aynı.
Bol oksijenli havayı içime çektim derin derin, köyümün özlemi ile.
Bir de tabi, yolculuk boyunca Sabahattin Âli'yi anmadan edemedim. Yaşadığı zulümden kurtulmak için Bulgaristan'a giderken, tam da sınıra yaklaşmışken Kırklareli'nde ormanda öldürüldü Sabahattin Âli. Ormanı gezerken aklımda hep o vardı...

Her zaman olduğu gibi bu gezimizin yıldızı da Nermin ablaydı. Öldürdü bizi gülmekten. Kumda ateşin önüne şalını serip bir poz verişi vardı görmeniz lazım. Cengiz beye "Erol Atar gibi hissettim kendimi" dedirtti vallahi. Sen çok yaşa Nermin ablam!
Yeni dernek başkanımız Ali Önder bey ile daha önceden iki Kütahya gezisi ile birlikte İğneada üçüncü gezimizdi. Her birinden ayrı keyif aldım. Ancak bu sefer çok daha organize ve kaliteli 2 gün geçirdik. Ali bey kendini aşıyor, beklentiyi yükseltiyor. İdealist arkadaşıma ve ekibi yönetim kuruluna çok teşekkür ediyorum.
Bir sonraki gezide buluşmak üzere.











Yorumlar

Popüler Yayınlar