ÖZLEM-TUTKU-KÖPRÜ

Böyle güzel tesadüfleri çok seviyorum.
Taksim'de bir işim vardı; işim bittiğinde ofise gidecektim, ama önce Eminönü'nde yapmam gereken alışverişler olduğundan Tünel'e doğru İstiklal Caddesi'ni yürüyerek gitmeye karar verdim. İyi ki öyle yapmışım. Cadde üzerindeki Suriye Pasajı'nın önünden geçerken gözüm giriş kapısının üzerindeki uçurtmalara takıldı. Kapıdan içeri girip uzun geçitte yürürken yukarıya kaldırınca
başımı, gördüğüm kocaman rengarenk uçurtmalarla adeta büyülendim. Danışmadaki adam "4.kata çıkacaksınız" deyince tereddüt etmeden asansöre yöneldim. Asansörden iner inmez pasajın iki bloğunu birbirine bağlayan köprüde buldum kendimi. Az önce tepemdeki uçurtmalar şimdi aynı muhteşemlikle gözümün önündeydi. Sola dönüp 10 lira olan giriş ücretini ödeyerek içeri girdim. Girer girmez büyülü bir ortama adım attığımı anladım. 
Burası Suriye Pasajı'ndaki dairelerden biri. 2008 kasım ayından beri yılda bir kaç kez kişisel sergiler düzenleniyormuş. Kiralıyorsun, sergini istediğin gibi organize ediyorsun. 
Erdoğan Altındiş de burayı kiralamış, ÖZLEM-TUTKU-KÖPRÜ adlı üçleme sergisinin ilki olan ÖZLEM sergileniyor 16 Aralık'a kadar. 

Gezerken Erdoğan bey de oradaydı, sohbet ettim. 11 yaşında Almanya'ya gitmiş, işçi ailesinin çocuğu olarak. Sergiyi düzenlemesindeki amacının önce çocukluğuna özlem olduğunu söyledi. Üçlemenin ilki olan bu sergide her oda ayrı bir dünya. Kayseri'de geçen çocukluğun objeleri dört bir yanda. 
Eski bir radyo, zarif bir eski dolap, dönemin artist ve şarkıcılarının fotoğrafları, dönemin sigara paket kâğıtları, topaç, aşık oyunu taşları (aşık kemiğinden) vs.
Almanya'ya ilk gidişte kalınan işçi odalarının bir örneği başka bir odada. Babasıyla çekilen bir fotoğrafın büyük bir kesitinin yanında ranza ve demir dolap. 
Diğer bir odada ise çocuk özgürlüğü anlatılmak istenmiş sanırım. Ortadaki uzun bir masanın üzerinde renk renk yağlı boyalar ve fırçalar var. Duvarlara gerilen tuvallere çiz çizebildiğin kadar, boya boyayabildiğin kadar.
Sergiden çıktığımda danışmadaki adama aşık oyununu anlatmasını istedim; pasajın uzun giriş koridorundaki küçük masa ve taburelere oturup demli bir çay eşliğinde sohbet ettik. Ergün bey Karslı imiş. 10 yaşında gelmiş İstanbul'a. Nevizade'deki Cumhuriyet Meyhanesi'nde garsonluk yapmış. Ünlü yazarlarla tanışıp sohbet etmiş. Gelelim aşık oyununa.
Bu oyun, ismini koyun, kuzu ve keçilerin arka bacaklarındaki diz ekleminde bulunan aşık kemiğinden almış. Türk tarihinin en eski dönemlerinden bugüne ulaşan bir oyunmuş. Bugün hâlâ Orta Asya'nın çeşitli bölgelerinde ve Anadolu'da oynanırmış. Dört köşesi bulunan ve çok dayanıklı olan aşık kemiği çok eski zamanlardan beri insanlar tarafından oyun aracı olarak kullanılmış. Misket, bilye, gülle gibi oyunlara ilham kaynağı olduğu da düşünülmekteymiş. Aşık kemiğinin, "cuk, tok, allı, kazak" olmak üzere 4 yüzü varmış. Yerdeki kemiklere atmak üzere ayrılan aşık kemiği büyük olanların arasından seçilir ve ağır olması için içine kurşun da dökülebilirmiş. Bu kemiğe "elcik" veya "enek" denirmiş. Aşıklar bazı kök boyalar ile değişik renklere de boyanabilirmiş. Aslında Aşık oyunu Anadolu Türk'lerinin misket ve bilye oyunuyla birebir örtüşürmüş. Tek fark kemik yerine camdan topların kullanılmasıymış. Oyun içi kuralları bile aynıymış. 'Aşık atmak' deyimi de bu oyundan geliyormuş. 

Sonrasını anlatmayayım, fotoğraflara bakıp kendiniz yorum yapın bence.





























SERGİNİN TANITIM VİDEO LİNKİ:
https://vimeo.com/294504187


*
Suriye Pasajı'na adım atmaz içimde hüzün barındıran bir olayı da hatırladım. Yıllar önce, 2003 mayıs ya da haziranında Emirgân otobüsünde oğlum ve kız kardeşimle yolculuk yaparken Tilly diye bir yahudi kadınla tanışmıştım. Yol boyu sohbet etmiştik. Fransızca öğretmenliği yapıyormuş. Kucağımdaki oğlumu sevdi ve kendi kızı Annette'i anlattı hep. Kızına duyduğu sevgiden gözleri parlıyordu anlatırken. 
5-6 ay sonra bir sabah televizyondaki haberde ona rastladım, ağlıyordu. 15 kasımda sinagog saldırılarında hayatını kaybedenlerden biri de onun kızıymış. Anneannesiyle dua sırasındaki patlamada ölmüşler. Nasıl üzülmüştüm anlatamam. Suriye Pasajı'nda oturduklarını söylemişti bana otobüste. Ben her önünden geçişte onları hatırlarım. Sergi katındaki köprüden pasajın sağına soluna bakıp "Acaba hangi dairedeydiler?" diye sordum hep. 
Bu olaydan üç yıl kadar sonraydı sanırım, bir gazetede haber ve fotoğrafını gördüm. Kızı olmadan yaşamaya alışamadığını, çok acılar çektiğini, biraz olsun bu acıları hafifletmek için yeniden hamile kalıp bir kız çocuk doğurduğunu ve ona ölen kızının adını verdiğini anlatıyordu. Hemen haberi yapan gazeteciye e-posta attım, Tilly hanımın iletişim bilgilerini istedim. Telefon numarasını yolladı bana ve hemen aradım Tilly hanımı. Çok duygulu bir konuşmaydı, unutamadım hiç.

Bu da bir tesadüf işte. Kasımın 15'inde yaşadıkları yerde onları hatırlatan.

Annette ve anneannesi
                                                                Tilly





                                                                                             

Yorumlar

Popüler Yayınlar