KARS'DAKİ TANRI MİSAFİRLİĞİMİZ

Kars seyahatimizin 2. ve son gününde, otelimize dönmeden önce merkezdeki 12 havariler kilisesi gibi (Kümbetli Cami) bir kaç tarihi yapıyı gezip sokaklara daldık. Ablam, "Acaba kimler, nasıl insanlar yaşıyor bu evlerde?" diye sorduğunda bir sokağın köşesini dönmüştük. Baktık bahçe kapısı aralık bir ev. Aralıktan başını uzattı ablam, arkasından ben. Yerdeki mukavvaların üzerine eğilmiş,  kesilip tüyleri yolunmuş tavukları temizleyen iki kadın çıktı karşımıza. Merhabamıza, "Gelin, gelin oturun" dediler. Yok, biz sadece merak ettik, kolay gelsin falan kar etmedi.
Evdeki genç kızdan iki sandalye istediler, oturttular bizi karşılarına. Neredensiniz, kardeş misiniz, evli barklı, çoluklu çocuklu musunuz soruları karşılıklı soruldu, muhabbet koyulaştı. Çay içmeden bırakmayıza gelindi. Çay demlendiğinde, gülüşerek, ameliyat ettiklerini söyledikleri tavuklar da temizlenmişti. Çay için eve buyur ettiler. Aslında hava soğuk sayılmazdı, bahçede de içebilirdik ki biz öyle olacağını düşünüyorduk; ısrarla içeri alındık. İlk girişte mutfak, oradan gürül gürül yanan bir sobanın olduğu, diğer iki odanın kapılarının ona açıldığı bir sofaya geçtik. Ortadaki, masaya yakın büyüklükte bir sehpanın üzerinde çeşit çeşit bisküviler tabaklarda. Ne ara hazırlamış kızcağız?
Bahçeden gelince sobanın sıcaklığı çok iyi geldi.
Evde mutfak dışında pencere yok, sadece girişteki mutfakta var, onlar da bahçeye bakıyor. Evden direkt sokağı görmek imkansız.
Tavukları temizleyen kadınlardan Gül, evin hanımı, Kadriye komşu, Badem de Kafkas Üniversitesi'nde laborantlık yapan evin genç kızı. Gerçekten tavşan kanı çaylarımızı içerken Kars'ta gezdiğimiz yerleri anlatıyoruz, daha doğrusu onlar soruyor biz yanıtlıyoruz. "Şurada burnumuzun dibinde, daha hiç görmedik Ani Harabeleri'ni" dedi Kadriye. Biz saf saf "Aaa, nasıl olur? Hiç mi gitmediniz? Niye, neden?" deyince bir gülmedir tuttu hepsini. Kimle, neyle gideceklermiş ki? Burada kadın kocasından izin almadan bakkala bile gidemezmiş ki. Hatta kocasıyla elele sokakta bile dolaşırlarsa laf olurmuş, çünkü ayıpmış. Gözlerimiz fal taşı gibi açık, bakakaldık. Tabi ki bilmiyor değiliz Anadolu'nun bir çok yerinde kadının yerini; romanlarda okumuş, filmlerde seyretmişiz. Ama her ne kadar doğu Anadolu da olsa Kars'ın merkezi burası, kalbi üstelik. Tek görüp görebildikleri evlerinin bir kaç yüz metre alandaki çevresi. Ha, İstanbul'a gelmişler mesela, düğün için. Gelip düğüne katılıp İstanbul'un hiç bir yerini görmeden dönmüşler Kars'a. Ablam aktivist bir kadın, yıllarca kadın hareketinin içinde oldu. Belediye, valilik ve dernekler aracılığı ile kadınlara farkındalık eğitimi verdi. Onu ilgiyle dinleyip, sanki, 'Olmayacak hayallerin peşinde koşulmaz' der gibi baktılar, espriler yaptılar, güldüler. Sonunda biz de güldük, öyle güzel espriler yapıyorlardı ki, bulundukları durum ile tezat oluşturan hayallere.
Bardaklar boşalır boşalmaz dolduruluyor, çayla arası pek olmayan ablam bile üst üste çay içiyordu. Biz Kars'ta ne çok çay içtik, anlamadan hem de. Nerede içtiysek hep aynı lezzet ve aynı tavşan kanı.
Böyle gülüp eğlenirken (!) evin erkeği geldi, çaya oturdu. İlk görüşte hafiften ürküten, iri yarı, sert ifadeli bir adam Ata bey. O kadar normal karşıladı ki bizi; biz evdekilerle zaten çoktan akraba gibi olmuştuk, o da aynı yakınlığı gösterdi.
Altı çocukları var, en sonuncusu erkek. Kadının erkek olana kadar doğurma kaderi. Badem ve Mehmet dışındakiler evli. Mehmet de Tekirdağ'da üniversite okuyormuş.
Saat ilerleyince kalkmak istedik, Ata bey, "Bırakmam" dedi. "Kaz yediniz mi siz, kaz yemeden gidilir mi hiç Kars'tan?" Puşkin'de belki yemeği düşünüyorduk, az biraz, çünkü çok yağlıymış, mideyi bozabiliyormuş diye duymuştuk. Tüm ısrarlı 'hayır'larımıza karşı gelindi, "Ne yorulacam canım, size kaz yedirmeden mi gönderecem?" diyen Gül'ün güler yüzüne kıyamadık. Ata bey hemen telefona sarıldı, pazar günü akşamı için zor olmasına karşın sonunda bir kaz siparişi verdi. On dakika içinde gelen kaz düdüklü tencereye kondu. Pilavlar, salatalar, cacıklar yapıldı. Badem'le sohbet hız kesmeden devam etti. Kadriye yemeğe kalamadı, evine koşturdu. Kaz gelmeden önce, evinin iki bina ötesinde sahibi olduğu otele giden Ata bey yemeğe yetişti.

İnanın, belki hayatımızda yediğimiz en güzel yemeklerden biriydi. Yemekten çok o güzel insanlar fethetti kalbimizi. Bir kaç saat içinde aile olduk biz. Telefonlar alındı verildi, İstanbul'a geldiklerinde ağırlama ve tekrar burada misafir olma sözleri verildi.
Tanrı misafirliği neymiş tam anlamıyla yaşadık. Tarif edilmez bir mutlulukla döndük otelimize.
Ne güzel insanlarımız var bizim!

Yorumlar

  1. Nurten Hanım, Kars bağlamında Anadolu insanının, kadınının yabancı birine sıcak yaklaşımını samimi bir şekilde anlatmanız bir okuyucu olarak beni mutlu etti.
    1979-1985 yılları arasında Kars Çıldır ilçesine bağlı Doğruyol(Cala) köyü ile Aşıkşenlik (Suhara) kasabasında görev yaptım.
    O yıllarda daha yaşımız 20.
    Yaşam deneyimiz çok az.
    Yöreye geldiğimiz de (benim yaşımda , benim gibi göreve yeni atanan iki öğretmen ile birlikte göreve başlamıştık) karlı ve soğuk bir Kasım günüydü.
    Kars'tan çıkıp Doğruyol(Cala) köyüne gittiğimizde, kar yağmış, hava dondurucu bir ayaz ile etrafı kasıp kavuruyor adeta.
    Çıldır minübüs şöförü yabancı olduğumuzu anlayınca sorular sormuş, bizde öğretmen olarak köye atandığımızı söylemiştik.
    Şoför, karlı ve soğuk bir öğleden sonra, köye gelen bu genç öğretmenlerin durumuna acımış olacak ki.
    "İndiğinizde ilk gideceğiniz yer ilerideki bacası tüten bina olsun. Orası kahve. Köylünün bir kısmı oradadır şimdi. Bolca çay içer sohbet ederler. Derdinizi onlara anlatın. Belli ki ne kalacağınız yer var bu kış gününde ne yiyeceğiniz bir lokma ekmek ne de içeceğiniz bir tas su. Gidin oraya onlar size yardımcı olur." demiş bize yol göstermişti.
    Kahveye girip, gürül gürül tezek yanan sobanın başında toplanmış , sohbet edip çaylarını yudumlayan insanlara selam verip kendimizi tanıttığımızda, kahvede bulunanlar arasında bir hareketlenme olmuş, sobanın başında bize yer açılmış, sıcak çay, tabağın yanına konan bir kesme şekerle gelmişti.
    Hem sobanın ısısı hem de sıcak çay içimizi ısıtmış, az da olsa rahatlamıştık.
    Kahvede bulunanlara öğretmen olduğumuzu , köye atandığımızı, kalacak bir yere ihtiyacımız olduğunu söyledik.
    Verdikleri cevap " hele bir durun. Bugün artık akşam oldu. Siz yorgun ve açsınızdır. Üşütmüşsünüz. En iyisi bugün misafirimiz olun. Yarın ne yapacağınıza karar verirsiniz" .
    Haklıydılar.
    Elimizde sadece birer bavulla gelmiştik.
    Çaresizdik.
    O gün ve ertesi gün okulun memuru bizi misafir etti.
    Memur arkadaş o köyün yerlisiydi.
    Evlerine gittiğimizde yaşlı anası bizi güler yüzle karşılamış, buyur etmişti.
    O gün "ilk kaz" yemeğini de orada yedik.
    Kaz Karslılar için vazgeçilmez bir lezzettir.
    Misafirlerine ısrarla ikram ederler.
    Doğu insanı misafirperverdir.
    Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar