YOK HÜKMÜNDE


Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin kantinindeyim. Öğle tatilinin geçmesini beklerken öğle yemeği olarak köfte ekmek aldım, bahçede masa arıyorum. Henüz boşalmış küçük bir masaya yerleştim. Daha oturmadan "Ben de oturabilir miyim?" diyen sesin sahibi kadına "Buyrun" dedim. Sessizce
lokmalarımızı ağzımız atarken, "Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin" dedi. Başımı salladım, "Evet, açlık zor, insanın kan şekeri falan düşüyor sonra" gibi bir şeyler geveledim. İki üç dakika geçmemişti ki yanında yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu ile bir kadın da, "Oturabilir miyiz?" dedi. Eski masa arkadaşımla onay verdik. Elbette oturabilirlerdi. Bahçede tüm masalar doluydu ve biz küçücük masada dört kişi olmuştuk şimdi. Onlar da patates kızartması almışlar, ketçap ve mayonezi üstüne boca edip yemeye başladılar. Bir kaç lokmadan sonra yeni masa arkadaşımız kadın, "Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin" deyince dayanamadım güldüm. Buralarda sohbeti başlatma cümlesi buydu galiba. "Az önce hanımefendi de aynı şeyi söylemişti" dedim. Bunun üzerine "İnsanın bir tarafı acıyor, ama bir tarafı da acıkıyor vallahi" deyip iri gözlerini açıp kapadı gülerek.
Eski masa arkadaşım kadın ekmeğini ve içindekilerini bitirip kalktı; giderken güzel bir 'Afiyet olsun' cümlesi bırakarak gülümsedi. Bir yandan içinde hazır tavuk köftesi olan ekmeğimi ısırıyor bir yandan iştahla masadaki kızarmış patateslerini yiyen anne kıza bakıyordum. Köftenin tavuk köftesi olduğunu bilseydim sipariş vermezdim, yazmamışlar menüye. Tavukların fabrikalardaki doğal olmayan beslenme barınma şartlarını öğrendiğimden beri tavuk yemiyorum da. Çok da açtım, geri çevirmedim ne yalan söyleyeyim.
"Hastanız mı var, siz mi hastasınız?" diye sordum kadına. Patateslerden başını kaldıran kadın başıyla kızını gösterip "İshal ve kusması var sabahtan beri durmadı." dedi. Kıza baktım, ne kadar da güzeldi, sarışın renkli gözlü ve kalkık burunlu. O sırada o da bana baktı, gülümsedik birbirimize. Annesine hiç benzemiyordu; iri patlak gözleri, üçgen yüzünde çok dikkat çeken kemerli burnu ve geriye doğru sımsıkı toplanmış saçları vardı annesinin.
Patatesleri bitince annesi çantasından telefonunu çıkarıp kızına verdi. Kız da bir oyun bulup oynamaya başladı.
"Sizin çocuğunuz var mı?" diye bu sefer kadın bana sordu. Sadece bir oğlum olduğunu öğrenince bir elini havaya kaldırıp sağa sola salladı ve "Yok hükmünde erkek çocuk" dedi, "Yalnız kalacaksınız, erkek çocuk evlenince gidiyor, kız çocuk gibi olmuyor." Kız çocuk da olsa eninde sonunda yalnız kalacağımızı, çok çocuğun buna pek faydası olmadığını, ayrıca beklentim falan da olmadığını söyledim. Çok şaşırdı, ben de şaşırmasına şaşırdım doğrusu. "Aman sakın beklentim yok falan diye oğlunuzun yanında söylemeyin, ciddiye alıp kafasının dikine gider. O kadar emek veriyoruz, yalnız kalmak için mi?" diye devam etti. "Dünyaya gelmeye kendi mi karar veriyor çocuklar? Biz istiyor ve annelik babalık duygusunu tadıyoruz. Emek de vereceğiz elbette, ama yaşlanınca bize baksınlar diye değil. Hem evlenmesine de gerek yok, para kazanmaya başlayınca ayrı eve çıkmak, kendi başına yaşamak istiyor şimdi çocuklar." dedim, kadının gözleri iyice irileşti. Olur muydu öyle şey, evlenmeden evden çıkmamalıydı bir çocuk. Ben hiç düşünmüş müydüm sanki böyle bir şeyi? Düşünmüştüm tabi, annemin baskısına direnebilseydim gerçekleştirecektim. "Oh iyi olmuş, anneniz iyi ki izin vermemiş." deyip kendince pek rahatladı bir vatan evladını tüm kötülüklerden kurtarmışçasına.
Gülümsedim.
"Benim de oğlum var, yirmi yaşına girecek. Bir de bunun ablası var on iki yaşında." dedi kısa suskunluğun ardından. Ne güzel! Yalnız kalmayacak yaşlandığında.(!) Ama ikisinden de hayır yokmuş, ne varsa bu kızda varmış, ayaklarını öpermiş annesinin, öyle severmiş yani.
"Buna hamile kaldığımda korunuyordum, hiç istemiyordum." dedi. Kızın yüzüne baktım, aldırışsızdı, oyun oynamaya devam ediyordu. Alışıktı anlaşılan bu cümleyi duymaya. Neden 'Bu' diyorsun onun bir adı var, benim oğlum 'Bu' diye hitap edince çok kızıyor diyecektim, vazgeçtim. Bu arada Hanzade imiş güzel kızın adı. "Ama ne iyi etmişsin bak, demek ki sana en çok sevgiyi ve faydayı Hanzade verecekmiş. Ben hiç çocuk istemezdim, annelik içgüdüsü yoktu, bilmez ve anlamazdım insanlar neden çocuk ister diye. İyi ki doğurmuşum, ne güzel bir şeymiş annelik. Bana faydası olup olmaması önemli değil zaten, vardır bir nedeni elbet de ayrıca, annelik duygusunu tattım yetmez mi?" deyince Hanzade bana bakıp gülümsedi.
"Kitap okuyor musun?" dedim, öğretmeninin okuyun dediği kitapları okumakla yetiniyormuş. En son Mucize isimli bir kitabı okuyormuş, yazarını sordum hatırlamayınca annesi "Google amcana sor kızım, bak elinin altında." dedi ve yazarı buldu. Ablası çok kitap okuyormuş, adeta yutar gibi, para yetiştiremiyorlarmış kitaba. Yani o da çok aşırısına kaçıyormuş, ev işi yapmıyormuş bu yüzden. Ne kadar da benim çocukluğuma benziyor. "Bırak okusun, sakın engel olma." dedim. Olmuyormuş da biraz da iş yapsaymış iyi olurmuş. Ben okuyup çalışacağım, eve kadın alırım işleri o yapar diyormuş. Bak sen, halbuki öğrenmek gerekir her şeyi. Yarın depresyona girsen at kendini mutfağa pişir pişirebildiğini; al eline süpürgeyi, toz bezini temizle temizleyebildiğin kadar bak nasıl terapi oluyor.
Çalıştığımı öğrenince, "Aman sakın ha, emekli olunca elini eteğini çekme her şeyden, bir sürü kurs var, birini bitir öbürüne git, bak ben durmadan kursa gidiyorum." dedi. Emekli olduğumu, hala çalıştığımı öğrenince "Beni kızım diye okutmadılar, ben de dışarıdan okuyorum. Çocuklarıma rezil olmak istemedim. Onlara yetişmem lazım." dedi. Rizeli olduğunu o sırada öğrendim.
Öğle tatili bitmek üzereydi, evli mi bekar mı olduğumu sormadan masadan kalkmak istedim ve veda ederek ayrıldım yanlarından.
"Hakkını helal et." dedi arkamdan. "Çok konuşup başını şişirdim."

Yorumlar

Popüler Yayınlar