BURSA (EMİR SULTAN)


Epey uzun bir aradan sonra, soğuk ve yağmurlu bir Aralık ayında yeniden Bursa.
Ablamın Üsküdar'dan Bursa'ya taşındığı üç aydan beri gitmek niyetim vardı, fakat işi gücü ayarlayamayıp gidememiştim. Annem sayesinde iş güç bırakıldı ve yola çıkıldı cumartesi sabahı.
O da Bursa'daki dayımı ve ailesini görmek istiyordu.

Böylece, ablamın gelin gittiği 1980 yılından beri defalarca gittiğim Bursa'daydım işte yine.
Bursa'yı çok seviyorum. Her adım attığım yerden tarih fışkırıyor adeta. Tabi ki eski Bursa'dan bahsediyorum. Yoksa yeni Bursa denilen yerin benim sevdiğim Bursa ile alakası yok. Orası taş yığını, sözüm ona modern bir şehir.
Pazar sabahı kahvaltımızı ettikten sonra nereye gidebiliriz sorusuna cevap aradık cep telefonlarımızdan. Görmediğim yerler vardı elbet bu kadar yıldır buraya gelmiş olsam da. Fakat bir anda aklına gelmiyor insanın. Emir Sultan Cami ve Türbesi çıktı karşımıza. Hep gitmek isteyip denk getiremediğim yerdi. Tam zamanı dedim; halamı yeğene emanet ederek çıktık yola. Ablamın evi Namazgah semtinde, Emir Sultan'a yakın bir yerde. Ama öğle olmuştu ve karnımız açtı; önce yemek yiyelim dedik. Hemen yakınındaki otobüs durağından bir otobüse atladık, Setbaşı'na geçtik. Tarihi Irgandı Köprüsü'nden yürüyüp Kayhan Mahallesi'ndeki Kayhan Hamamı'na geldik. Bursa Belediyesi tarafından, özel mülk iken sahiplerinden on yıllığına alınıp restore edilmiş ve 2013 yılında lokanta olarak işletilmeye başlanmış. KAYHAN DÖNER SOFRASI diye geçiyor adı. İçeri girdiğinizde muhteşem bir ambiyansla karşılaşıyorsunuz. Buram buram tarih kokan Bursa'da böyle yerler o kadar çok ki, daha önceki gelişlerimde de görmüştüm. Ördekli Külliyesi mesela, bayılmıştım. Gerçi şimdiki restorasyonlar eskisi gibi tam anlamıyla aslına sadık yapılmıyor, ancak yine de o havayı koklayabiliyorsunuz.

Burası, II. Murat devrinde Amasyalı Sadrazam Koca Mehmet Paşa tarafından aynı adı taşıyan camiye vakıf olarak inşa ettirilmiş. Çifte hamam özelliğine sahip olup Bursa'nın en güzide hamamlarından imiş. 1950'li  yıllarda vakıf taşınmazları vakıfların mülkiyetinden çıkartılıp özel mülkiyete geçince burası da değişik işlevler görmüş. Bir süre kereste fabrikası ve hatta konserve imalathanesi olarak kullanılmış. Haliyle tahribata uğramış. Buna rağmen özgün şemasını korumuş.
Biraz yukarısındaki dükkanda, meşhur İskender İskenderoğlu yıllar önce iskender denen kebabı icat ettiğinden ve bu kebap Bursa'ya özgü olduğundan Kayhan Hamamı'nda döner ve İskender servisi yapılıyor. Gayet de iyiydi yemek. Ortam da harika olunca mutlu mesut ayrıldık buradan.











Artık Emir Sultan'a gidebilirdik. Yine otobüse bindik ve çok kısa bir sürede Emir Sultan'a ulaştık. Geniş bir meydanda buldum kendimi. Caminin etrafını açmışlar ve çok güzel bir meydana dönüştürmüşler. Cami restorasyonda ve ibadete kapalıydı. Bu sıralarda nereye gitsem restorasyon var doğrusu. Direkt türbeye girdik biz de.
Emir Sultan Külliyesi'nin en büyük özelliği, İstanbul'daki Eyüp Sultan Cami kadar ziyaretçi alması ve burada edilen tüm duaların kabul olduğu inancı. Hatta ablam, kayınpederi ile ilgili bir hikaye anlattı bu konuda. Karadeniz Ereğli'de banka müdürü ve çok itibarlı iken bir gün Bursa'ya yolu düşüp hayran kaldığını, tayininin buraya çıkması için bu türbede dua ettiğini ve altı ay gibi kısa bir sürede tayininin gerçekten Bursa'ya çıktığını söyledi. O dönemde Bursa Setbaşı semtinde banka müdürlüğü ancak torpille olabiliyormuş. Herkes bu torpili merak etmiş:)
Bursa'lılar tıpkı Eyüp Sultan'da İstanbulluların yaptığı gibi sünnet ve düğünlerden önce buraya gelip dua ederlermiş mutlaka. Biz de girip duamızı ettik tabi.

Emir Sultan Yıldırım Bayezit'in damadıymış. Cami ve külliyesi, 15.yüzyılda padişah Çelebi Mehmet zamanında Yıldırım Bayezit'in kızı Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına yaptırılmış. Bir padişah külliyesi değilken Sultan adı verilmiş, çünkü Emir Sultan yaşadığı dönemde buradaki halkın gönlünü kazanıp çok sevilmiş. Böylece bulunduğu bölgeye de adını vermiş külliye. Biz tam göremesek de restorasyon yüzünden, okuduğum kaynaklarda avlusunun cami ve türbe yüz ölçümünden daha büyük olduğu yazıyor. Caminin içi son derece aydınlıkmış, on iki adet büyük penceresi varmış. Sade olduğu ve İznik çinilerinin kullanıldığı da yazıyor kaynaklarda.
Türbe de aydınlık, oranın da pencereleri büyük. Türbede en büyük sanduka Emir Sultan'ın. Bir yanında oğlunun diğer yanında karısı Hundi Fatma Hatun ve iki kızının daha küçük sandukaları var.
Girdiğimizde tenha olan türbeden çıkarken iki ayrı grup halinde kalabalıkla karşılaştık. Avluda tur rehberlerinin anlattıklarını dinleyen yerli turistler vardı. Dinlemeye biz de dahil olduk. Emir Sultan'ın peygamber soyundan geldiğini ve buna inanmayanlara, kendisinin bizzat Hz. Muhammed'in mezarı başında kanıtladığını öğrendik.
Ziyaretimiz bittikten sonra, buraya gelmişken sanat güneşimiz Zeki Müren'in mezarını görmek istedik doğal olarak. Camiden merdivenleri inerek çıkarken sağ tarafta kalıyor mezarlık. Oradan girip yaklaşık yüz metre aşağıya indik geniş merdivenli yoldan ve tekrar sağa saptık, işte Zeki Müren'in yattığı yer karşımızdaydı. Sesiyle hayatımıza kattığı güzellikler için teşekkür ve huzurla uyuması dileği ile duamızı edip geldiğimiz gibi otobüsle Setbaşı'na gittik.


Simit Sarayı'ndaki kahve molasından sonra ablamla vedalaştık. İçimde adeta kelebekler uçuşturan Bursa gezimi geride bırakıp 38 numaralı Otogar otobüsünde yerimi aldım.
Çanakkale'den gelen 19:32 otobüsüne yetiştim. Yetiştim diyorum, çünkü her seferinde koştur koştur durumu yaşıyorum. Pazar günleri Otogar trafiği çekilmez oluyor. Üstelik bugün bir de üstüne yağmur vardı.
İstanbul yolunda da KAYHAN HAMAMI'ndan aldığım Bursa Günlüğü dergisiyle mest oldum. Büyük Şehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık yayın. Edebiyat'ın Bursa'yı Keşfi konusu çekti beni. Tabi ki ilerleyen sayfalarda Cem Sultan'ın dramı ve Setbaşı'ndaki müdavimi olduğumuz MAHFEL kahvesinin tarihi vardı, ama onlara yetişmedi yolculuk süresi. Malum artık Osman Gazi Köprüsü'nden geçiyor otobüsler.

Yorumlar

Popüler Yayınlar