BALAT, YAVUZ SULTAN SELİM CAMİİ, FATİH, BEYOĞLU, ŞEHŞADEBAŞI, VEFA (!) DEĞİŞİK BİR PAZAR GEZİSİ


Evet, yazımın başlığında da okuduğunuz gibi değişik bir pazar gezisi yaptık bugün arkadaşımla.
Aslında Balat idi gezmek için karar verdiğimiz yer. Sonradan, henüz görmemiş olduğum Fatih'in Çarşamba semtindeki Yavuz Sultan Selim Camii'ne de gideriz dedik.

Sabah Üsküdar'dan 10:30 Haliç vapuru ile hareket ettik. Yarım saatte Balat'a vardık. İskeleden çıkıp caddenin karşısına geçince kafalarımız yukarılarda eski Rum ve Yahudi evlerine baka baka ilerledik. Bu evler çok ilgi çekici elbette. Yahudi geleneğine göre evlerin altı ticarethane, üstü ise ikametgah imiş. İnsan hep düşünüyor, buralarda kimler nasıl bir hayat yaşadı diye. Çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz tabi, ama restore edilmiş ve içinde yaşayanların olduğu evlerin hemen yanı başında harap halde, metruk bir ev de yer alabiliyor. Sahipleri kim, nerede, niye böyle bırakılmış diye düşünmeden edemiyor insan. Balat bölgesi en çok Yahudilerin yaşadığı yermiş, daha sonraları Ermeniler ve Müslüman Türkler de yerleşmiş. İstanbul'un fethinden de önce buradalarmış Yahudiler.
Yürüye yürüye Aşk-ı Ruba kafenin önüne gelmişiz. Eylül 2017'de ablamla geldiğimizde oturduğumuz kafe. Yine buraya oturalım dedik. Kafenin kaldırımındaki masalarından birinde güzel bir Türk kahvesi içtik. Sonra üst kata çıkıp gezdik. Gezdik dediysem kocaman, salon salamanje bir yer sanmayın, ufacık, ama çok ufacık bir yer. Servis yapan hanımla konuştuk; burada bir karı koca yaşıyormuş eskiden, yetiyormuş onlara. Olacak şey değil, bir kişinin bile zor yaşayacağı bir yer. Tuvalete sığamıyorsunuz, banyo yok, mutfak yok. Herhalde ticarethane olan alt katı kullanıyorlardı bu işler için. Fakat güzeldi üst kat yine de; birkaç ufak masa ile sandalyeler ve ortada da ateşi sönmemiş bir mangal vardı.
Buradan çıkıp renkli merdivenli yokuşa giderken sokağı kaçırıp kendimizi Draman çeşme Sokağı'nda bulduk. Zaten Yavuz Sultan Selim Camii'ne giden yol da burası olduğundan vazgeçtik merdivenli yokuştan ve yolumuza devam ettik. Son geldiğimde Kariye'den inerken rastladığım ekmek fırınından yeni çıkmış sıcacık ekmek kokusunu duyup ekmek alıp yediğim aklıma geldi, tam arkadaşıma bunu anlatıyordum ki Yeşil Bartın Ekmek Fırını çıkmaz mı karşımıza? Ben dayanamayacağım dedim, girdim fırına. Mis gibi sıcak ekmek kokusu beni kendimden geçirdi; alışverişi yaparken bir yandan da Bartın'ın neresindensiniz, aaa, siz de Bartınlı mısınız muhabbetini ediyoruz. Çıkarken arkamızdan, bu ekmeğin tadını unutamayacaksınız, her geldiğinizde alacaksınız diyordu fırıncı. Ekmeği yiye yiye sokağı bitirdik ve Draman otobüs durağına geldik. Aslında buradan camiye yürümeyi düşünüyorduk, ama tam da otobüs kalkmak üzereydi, binmeye karar verdik ve iki durak sonra Çarşamba'da indik. Otobüsteki yolculardan birinin yönlendirmesiyle caminin bulunduğu Yavuz Selim Caddesi'ne saptık. Biz aslında 2005 yılındaki gezilerimiz sırasında buraya gelmeyi planlamış, ancak bir türlü denk getirememiştik. Sebep gayet basit, yaz mevsimi ve giysi sorunu (!) Arkadaşım o zaman, kat'iyen böyle kıyafetlerle, tesettürsüz giremezsin oraya, en hafifinden kovalarlar bizi demişti de ben de yıllardır başına kakıyordum, gitmeme engel oldu diye. Bugün hakkını teslim ettim; eksiği yok fazlası varmış söylediklerinin. Bırakın bir tane başı açık kadın görmeyi, ortalıkta kadın da yoktu pek. Belki havanın çok soğuk olmasıyla da ilgilidir tabi, yanlış bilgilendirme olmasın şimdi. Erkekler hep takkeli, sakallı ve şalvarlı. Tüm dükkanların tabelalarında dini isimler var. Selamet Dondurmacısı, Sümeyye Giyim, Tayyip Giyim, Bereket Sofrası, Lütuf Market, Çarşaf-ı Şerif vs. Malum, İsmailağa Cemaati'nin merkezi burası. Meşhur Cübbeli Ahmet'in yetiştiği yer.
Neyse biz etrafa bakına bakına camiye ulaştık ve eşarplarımızı başımıza geçirdik. Tam da okuduklarımdan öğrendiğim gibi muhteşem bir cami burası. İstanbul'un 5.tepesi denen yerde ve göz alabildiğine Haliç manzarasına hakim. Avlusu geniş, arkadaki Haliç'e bakan kısımda Yavuz Sultan Selim'in, Karısı Ayşe Hafsa Sultan'ın ve Abdülmecit'in türbeleri var. Abdülmecit'in burada olduğunu bilmiyordum, şaşırdım şimdiye kadar öğrenmediğime.
Cami, Kanunu Sultan Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim adına yaptırılmış. Mimarının tam bilinmemekle birlikte, sarayın mimarbaşısı Acem Ali olduğu yazıyor kaynaklarda.
İç mekan çok ferah ve geniş, dört büyük kemer üzerine oturan tek büyük kubbesi var. Zaman öğle ezanına yakındı ve hazırlıklar yapılıyordu. İsmailağa Cemaati'nin düzenlediği Umre semineri yapılacakmış, bize de sordular, Umre'ye mi gideceğimizi.
Camiden çıktıktan sonra Fatih'e giden yolda ilerledik. Ne zaman Fatih Camii'ne yaklaştık ancak o zaman bize göre normal görüntülere ulaştık. Fatih Camii'nin Boyacı Kapısı'ndan girip camiyi gezmeyi başka bir güne bırakarak ana caddeye indik. Çünkü amacımız Vefa Bozacısı'na gitmekti. Oradan da Beyoğlu'na geçelim dedik. Fakat bir şeyi söylemeden geçemeyeceğim. Bugünlerde Mehmet Dilbaz'ın Kaybolan Tarihin Peşinde kitabını okuyorum. Dilbaz, twitter sayfasında tarihi eserlerin ve semtlerin eski haliyle bugünkü hallerinin fotoğraflarını da yayınlıyor. Orada görmüştüm, Fatih Camii'nin avlusunun nasıl yeşillikten beton haline dönüştürüldüğünü. Bugün de bizzat şahit oldum. Arkadaşım da çocukluğunu bu semtte geçirdiği için eski halini iyi hatırlıyor. Yazık!
Ana caddeye inince karşıya geçip otobüs durağına yürüdük. İlk gelen otobüs Taksim otobüsüydü. Bir anda karar verip Vefa'dan vazgeçtik ve Taksim'e doğru yola çıktık. Şişhane'de indik, Asmalımescit Caddesi'nden yukarı doğru yürüdük ve Sofyalı sokağın içinden Narmanlı Han'a girdik. Bir başka restorasyon faciası da burası idi. Henüz içindeki dükkanlar açılmamışken de gelip gezmiştik. Şimdi ortasına koca bir Starbucks oturtmuşlar, yine diğer ünlü markaların dükkanları da etrafta. Eskiden en ufak bir iz yok, toprak zemin yok olmuş, ağaçlar kesilmiş, binanın rengi anlamsız bir somon. Girdiğimiz gibi çıktık ve yıllar öncesindeki mekanımız Dilek Pastanesi'ne gittik. Burası da değişti tabi. Tamamen pastaneye ait olan birkaç katlı bina geçen yıllarda yıkılıp yenisi yapıldı. Pastaneyi alt kata aldılar, daraldı mekan. Merdivenle iniliyor, eskiden üst katta olan bahçe şimdi bodrum katında. Fena değil aslında, ama eski halini bilip seven bizim için tatmin edici değil. Yemeğimizi burada yedik, biraz sohbet edip çektiğimiz fotoğraflara baktıktan sonra, Vefa'ya gidelim mi dedim. Önce bir gülme aldı bizi, ama bir anda hesabı ödeyip çıktık ve kendimizi Şişhane metro istasyonunda bulduk. Vezneciler'de indik ve Şehzadebaşı Camii'ne doğru yürüyüşe geçtik. Sabahki ılıman havadan eser kalmamıştı, epey serindi şimdi. Hızlı hızlı yürüyerek camiye girdik. Bu caminin bahçesini çok seviyoruz. Yemyeşil bahçenin öteki kapısından çıkıp Bozdoğan Su Kemeri'ne vardık ve sağdan Vefa yoluna saptık.
Hafiften de yağmur başlamıştı. Tam Vefa Bozacısı'nın sokağına girdik ki ne görelim? Upuzun bir kuyruk. Hiç böyle görmemiştim burasını, pazar günü olduğu için demek ki. Garsonlar artık ellerinde tepsiler kağıt bardaklarla dışarıya boza servisi yapıyorlardı. Yok dedim, burada boza keyfi yapılamaz bugün. İçeride oturup keyifle cam bardaklardan boza içemedikten sonra ne anladım ben? Arkadaşım, bak karşıda irmik helvacısı var dedi. Aaa, ne güzel oldu bu böyle. Hemen helvacı dükkanının içine girdik ve dondurmalı irmik helvalarımızı söyleyip afiyetle yedik. Sakin ve nezih bir yerdi, üstelik son derece lezzetliydi ürünleri. Neye niyet neye kısmet işte. Bazen böyle çok güzel sürprizler de oluyor.
Artık hem hava çok soğuktu hem de yorulmuştuk, evlerimize dönem zamanı gelmişti. Vefa durağından Eminönü otobüsüne bindik, Eminönü'nden de Üsküdar vapuruna, ohh, değmeyin keyfimize. Vapur keyfi başka. Her ne kadar yıllarla o bile değişmiş olsa da ben değişmem yine de Marmaray'a.

Böyle işte, alakasız duraklarda nefeslendiğimiz bir gezi oldu, ama biz çok mutlu olduk.


















Yorumlar

Popüler Yayınlar