MEKÂNLAR, ANILAR ve VALİDE-İ ATİK CAMİ

  

Bu pazar rotamız Valide-i Atik Cami. 

İlkokul çağımın geçtiği yıllara uzanmak, o yıllarda her gün önünden geçtiğim halde içine hiç girmediğim bu önemli camiyi ziyaret etmek istedim. Ayrıca bambaşka duygularla yükleneceğim bir nostaljik gezi olacağını da hissediyordum. 

Marmaray Üsküdar istasyonu çıkışında buluştuk Sibel'le. İlk işimiz Marmaray'ın yanı başındaki büfede sade bir Türk kahvesi içmek oldu. Tam o sırada öğle ezanı okunmaya başladı. İskeledeki Mihrimah sultan Cami müezzini ilk cümleyi okudu ve bekledi, sonra az uzaktaki başka bir caminin müezzini başladı. O bitirince yine Mihrimah Sultan Cami müezzini bu sefer ikinci cümleyi okudu ve bekledi. Bu bu böyle ezan bitene kadar devam etti. Uzun zamandır ilk kez bir ezanı huşû içinde dinledim. Aynı okuma düzenine Sultanahmet Cami ile Ayasofya arasında da denk gelmiştim geçmiş yıllarda.

Ezanla birlikte kahvemiz de bittiğine göre hadi bakalım, Çavuşdere Caddesinden başlıyoruz yürüyüşe. 

Ahmediye Meydanı, Hükümet Konağı ve yeni Belediye binasını geçip Çavuşdere Caddesine tam giriş yaptık. Arkamızda bıraktığımız yeni Belediye binasının bulunduğu yerde eskiden sebze meyve tanzim satışı ve bostanlar vardı. Şimdi enikonu büyük bir AVM ve rezidans denen akıllı bina oldu. Buralarda koştura koştura oyunlar oynadığımız arsaları hatırlayınca insanın içi sızlıyor. 

Yukarıya doğru devam ediyoruz. Valide Kâhyası Sokağına gelince durdum. Camiye gitmenin en kestirme yolu bu sokaktı, ancak on beş yirmi metre sonra sağda, yapıldığı ilk haliyle duran Tanyolu Apartmanını görmek istiyordum önce. İlkokula başladığım yıl taşındığımız bu apartman gerçekten de ilk yapıldığı gibiydi. Hiç bir yenilenme geçirmemiş. Neler, ah neler yaşandı bu evde. Düz giriş, en alt kattaki dairemizin pencerelerine doğru yaklaştım, bir de baktım tül, perde falan yok. Çok hoşuma gitti bu, ellerimi pencereye dayayarak içerisini görebilecektim. Hem inceliyor hem arkadaşıma anlatıyorum; susmak bilmedim doğrusu, öyle duygulandım ki. Şurada gaz sobamız vardı, şu içerideki pencere aslında ara kapıydı, yerler parke olmuş marley kaplıydı, bak bu koridor upuzundu, geceleri karanlıkta ödüm kopardı, bu duvardaki divanda kız kardeşimle birlikte yatardık, babaannemle de naylon çanta yapardık  falan. 

Biz böyle dalmış hem konuşur hem incelerken yukarıdan bir ses: "Pardooonn, biraz çekilir misiniz, silkeleyeceğim de" deyince kafamızı kaldırdık ki, kocaman bir örtü mü halı mı kilim mi bilemediğim bir şey elinde bekliyor, ağzında da sigara bir çingene kadını. Çekildik tabi. Ama sormadan edemedim, kiralık mı burası diye. Çok gerekliymiş gibi çocukluğumu geçirdiğim ev olduğunu da söyledim. evet kiralıkmış, evin sahibi biraz tadilat yapmış, ama kirasını bilmiyormuş. Keşke anahtarı olsaydı içeri girip gezebilseydim diye düşündüm; onu da sordum, yokmuş. 

Karşı sıradaki evleri anlatmaya koyuldum bu sefer arkadaşıma. Şurada okul arkadaşım Taşkın otururdu, Firdevs ve Azime isimli iki ablası ve annesiyle yaşarlardı. Bak şurada, doğudan gelmiş bir lahmacuncu ve elma yanaklı dediğimiz karısı otururdu. O kadar kanlı canlıydı ki yüzü o yüzden elma yanaklı derdik biz ona. Hani o zamanlarda seyyar lahmacuncular vardı, kollarında taşıdıkları tahta kutularda satarlardı. Her sabah kolunda kutuyla inerdi caddeyi bu adam, isimlerini unutmuşum. Tabi o zamanlar bu evlerin yarısından fazlası ahşaptı. Yıl 1972, bizim apartman yeni yapılan tek tük betonarme binalardan biriydi.

İlk sağdan saptık, Ahmetoğlu Musallası Sokaktan. Sokağın sonundaki, caminin kubbesi görünüyordu. Sokak boyunca okul arkadaşlarımın oturduğu evleri hatırlamaya çalıştım. Bu semt ile ilgili söyleyeceğim tek şey hemen hiç bir evin değişmemiş olması. Biz oradan taşınıncaya kadar yapılan betonarme binalar aynı kalmış, kalan ahşap evler ise restore edilmiş, güzel de olmuş. 

Sokağı bitirdik ve caminin giriş kapılarından birisinin önüne geldik, ama oradan girmedik, çünkü görmek ve arkadaşıma göstermek istediğim bir yer daha vardı. Sağa, Tekkeönü Sokağına sapıp hafif yokuşu inip oradan da sola Valide Kâhyası Sokağa girdik. İşte, tarihi kemer karşımdaydı. Hey gidi günler! Her gün geçtiğim okul yolumdu geldiğim yol ve yine her gün bu kemerin altından geçerdim günde iki kere. Hava karardığında korku da duyardım bazen. İçim içime sığmadı, coşkun taşkın duygular içinde kemeri yavaş yavaş geçerek ilerledik ilk okuluma doğru. İşte burada büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu beni. Hemen hiç bir şeyin değişmediği bu semtte, beş yılımı geçirdiğim okulumun yerinde bambaşka bir bina ile karşılaştım. Okulun yıkılıp yeniden yapıldığını duymuştum ama bunu beklemiyordum doğrusu. O eski zarif bina gitmiş, yerine heyula gibi, bahçe alanlarını yok edercesine daraltmış bir okul binası gelmiş. Üstelik hem statüsü hem adı değiştirilmiş. Güzelim Mustafa Noyan İlkokulu olmuş Aziz Mahmut Hüdayi Orta Okulu ve Anadolu İmam Hatip Lisesi. İçimin çekildiğini hissettim, canım yandı çok. Şaduman öğretmenim görmesin, çok üzülür düşüncesi geçti beynimden. 

Neden böyle yapıyorlar ki? Bari adı kalsaydı...

 (Kemeri geçince okuluma giden yol)

Toptaşı Cezaevi okulumuzun tam karşısındaydı. Valide-i Atik Cami külliyesine aittir. Şimdi Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi olmuş. Filmler çekilirdi o yıllarda burada. Ünlü oyuncular gelirdi ve biz merak içinde görmeye çalışırdık. Cezaevinin bir kapısı da sınıf pencerelerimizden görünen yerdeydi. Tabi tuhaf vampir hikayeleri de anlatan arkadaşlarımız vardı ve bizi korkuturlardı. hava karardığında sanki cezaevinin kapısından vampir çıkacak sanırdık. Çocukluk...

Artık camiye girme zamanı geldi de geçiyor bile. 

Okulun karşısındaki sokakta cezaevinin yan duvarını takip ederek caminin dört giriş kapısının birinden girdik içeri. Muhteşem bir avlu karşıladı bizi. Avludaki ağaçların bir kısmının asırlık olduğu nasıl da belli. Koskocaman gövdeli çınarların içi kuruyup koca bir oyuk oluşmuş, ama onlar hâlâ sağından solundan dallar verip yemyeşil uzanıyor gökyüzüne. 
Mimar Sinan'ın Üsküdar'daki son ustalık eseri olarak bilinen cami ve külliyeyi, 1570-1583 yıllarında  II.Selim'in eşi ve III.Murad'ın annesi Nurbanu Sultan yaptırmış. Mimar Sinan'ın inşa ettiği tam teşekküllü ve tek parça olarak günümüze kalabilmiş son külliye olarak da kabul ediliyor.  Usta iyice yaşlandığında 1583 yılında öğrencisi Davut Ağa tarafından genişletilmiş; son olarak da, II.Mahmut döneminde müstakil bir girişi bulunan ve eski İstanbul evlerini andıran Hünkar Kasrı eklenmiş. 

Külliyede; ibadet için cami, çocukların eğitimi için sıbyan mektebi, hadis ve tefsir eğitimi için dârülhadis medresesi, Kur'an öğretimi için dârülkurra medresesi, ilmi halk arasında yükseltmek için ayrıca medrese, yoksullar için imaret, yemek pişirilmesi için mutfak, hastaların tedavisi için dârüşşifa, yine yoksulların oturmaları için kervansaray yer alıyormuş. Cami ve medrese külliyenin merkezinde. Diğer yapılar bu merkezin etrafında sıralanmış. Ayrıca bir de hamam var. 

Üsküdar'a hakim bir tepeye yapılmış olan külliye o kadar büyük ve yapıları o kadar fazla ki Çavuşdere vadisine kadar uzanan parçaları var. 

Caminin içi insana ferahlık verecek derecede geniş ve aydınlık. Üst kattaki kadınlar kısmından aşağıya bakmak çok etkileyiciydi. 

Ünlü şair Yahya Kemal Valide Atik semtini sık ziyaret edermiş, semt ve cami hakkında da iki şiir yazmış. (Atik-Valde'den İnen Sokakta ve Ziyaret.)

Ayrıca Üsküdar'a gelen turistlerin ilk uğrak yerinin bu cami olduğu da bilinir. 

 

Hayranlıkla gezdiğimiz camiden çıkıp geldiğimiz gibi gidelim, bir kahve daha içelim bir yerde derken değişik bir yola girdik. İyi de oldu. Eski Toptaşı Caddesine giden tarafa girmişiz. Sokullu Mehmet Paşa İlkokulunu geçip sola saptığımızda Tabaklar Mahallesini gördüm ve dayanamadım. Burayı da ziyaret etmeli ve hayatımın iki yılını geçirdiğim sokakta yaşadığımız iki evi görmeliydim. Zaman tünelinde yolculuk yapmak denir ya, adeta öyle hissediyordum. Tabaklar Cami Sokağına girdik, burada da hemen hiç bir ev değişmemiş hayret ettim. Sağa sola bakınarak nihayet sokağın başına geldik. Buraya taşındığımızda yaklaşık üç dört ay gibi kısa bir süre oturduğumuz apartman işte solumdaydı. 6 numaralı isimsiz apartman. Başımı yukarı kaldırıp üçüncü kata baktım ve aklıma ilk, sıcak yaz ayında tuttuğum oruçlu günlerde yaptığımız iftar hazırlıkları geldi. Bu evde tek hatırladığım buydu. Hemen karşısında 7 numaralı yine isimsiz apartmana ise öncekindeki kısa konukluğumuzdan sonra taşınmıştık. Burada ise hatırladığım daha çok şey var. Severdim bu evi; giriş katında şirin bir daireydi. alt katımızda babamın köylüsü Seyfi amca ile Nazlı teyze ve çocukları otururdu. Sokakta en çok  oynadığımız yerdi burası. Hayatımın en fazla seksek oyununu burada oynadım. Evin hemen yanındaki boş arsada geçerdi günlerimiz ve gerçekten mutlu olduğumu hatırlıyorum. (Tek değişen arsa olmuş, arsanın yerinde şimdi kocaman bir apartman var)

                          

Bir de tabi cami günlerimiz aklımda. Yaz aylarında Kur'an kursu verilirdi camilerde ve annem bizi mutlaka gönderirdi. Sokağımızı bitirip sola dönünce biraz aşağıda Kurban Nasuh Baba Cami vardı. Başımızda namaz örtüsü, uzun basma etekliklerimiz ve elimizde Kur'an cüzlerimizle caminin yolunu tutardık her öğlen. Ah o küçücük camide ne eğlenceli günlerim geçti. Ne emek verdim o camiye ben:) Kurs odası ve cami avlusunun temizliği biz öğrencilere aitti ve biz bu işi yaparken çok eğlenirdik. Yıllar sonra kapsından içeri tekrar girdiğimde gözümün önünde canlandı hepsi. 

 

İşte böyle...

Çok mutlu oldum çok!

Yorumlar

Popüler Yayınlar