ÇIN SABAHTA
Covid-19 hastaları maalesef hiç kimseye bir şey söylemiyor, gizliyorlar. Daha geçen gün çocukları kapımı çalıp çatının anahtarını sordular uydu anteni ayarı için. Oysa bilmemiz gerekmez mi kendimizi korumamız için? O kadar çok böyle vakaya tanık oldum ki.
Sohbet sonunda Mukaddes hanım, "Ne kadar iyi oldu bu sohbet, şu pandemi bitsin de görüşelim, komşuluk kalmadı artık, biz başlatalım bu apartmanda olmaz mı?" dedi. "Elbette, çok memnun olurum, ben de özledim inanın" dedim.
İşte bu akşam seyrettiğim oyun tam da bu sohbetin üstüne denk geldi. Günümüzde artık kalmayan komşuluğun önemini ve güzelliğini anlatan harika bir oyun seyrettik Sibel'le.
Oyun bittiğinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesinden çıkarken içimiz sıcacıktı. Sıcak, sımsıcak.
Sadece komşuluk değildi oyunun konusu. İki çok farklı kültürden gelen iki yalnız kadının hikâyelerini seyrettik.
Feriş (Feriha) adliye hademeliğinden emekli olmuş, zar zor başını sokacak, damı akmayan bir ev satın almış. Oyunu 1995 yılında yazmış Nezihe Meriç, o yüzden o yıllarda bir emekli memurun ikramiyesiyle ev alabilmesi şimdiki gibi hayal değil tabi. Yan dairesini de çok varlıklı ailesinin dayatmalarından hep kaçmış olan genç bir kadın, Güneşi satın almış. Henüz o gün yeni taşınmış olan Feriş, eşyalarını yerleştirirken yan komşusunun ağlama seslerini duyar ve merak eder. Merak eder, ama aldırmamaya çalışarak işini yaparken sonunda dayanamaz ve balkona çıkıp bitişik balkondan komşusuna seslenir. Güneşi önce kızar, yalnız kalmak istediğini, kendisini rahat bırakmasını söyler. Fakat Feriş öyle sıcak kanlı öyle insan canlısıdır ki ve Güneşi'yi değişik yöresel deyimleriyle öyle etkiler ki Güneşi sonunda dayanamaz ve Feriş'in davetini kabul ederek yan daireye geçer. Farklı kültürlerden de gelmiş olsalar sonunda onlar bir insan ve kadındır. Kadınların birbirlerine uyum sağlamalarını, çabucak ısınmalarını erkek dünyası pek anlayamaz.
Feriş'in sık sık, "Anneannem derdi ki, nasipsiz Nahide derdi ki" diye başlayarak Güneşi'yi şaşırtan ve hayran bırakan sohbeti sıcacık bir dostluğa dönüşür bir gecede. Sabahın ilk ışıklarına kadar süren bir sohbettir bu. Ve sabah, henüz gün ışımadan hemen önceki zamana da Çın Sabah denirmiş. Ailesi göçmen olan Feriş'ten öğreniyoruz bunu.
Sonunda Güneşi, Feriş'in henüz yerleşmemiş ama ocakta yemeği pişmiş, banyosu ovulup temizlenmiş, havluları tertemiz evinde yıkanıp paklanarak, Feriş'in pazen geceliğiyle kanepede uykuya dalar.
Ocak bir evin şenliğidir diyor Feriş; iki elim kanda olsa, içim almasa bile ocağı yakar yemeğimi pişirir soframı kurarım. Biz böyle öğrendik.
Bütün eşyalarıyla konuşuyor, isim vermiş onlara, okşayıp seviyor. Hayatta kimsesi kalmamış, sevdiği ama kavuşamadan kaybettiği Mahmut'tan sonra daha da yalnızlaşmış Feriş'e çok yakışıyor doğrusu bu. Gülerken hüzünlendirdi beni.
Oyun aynı zamanda 12 eylül ihtilali ile insanların hayatının nasıl kökünden değiştiğini de gözümüzün önüne seriyor. Şimdiki gençlere uzak olan ideallerle dolu bir genç kız olan Güneşi, düşünceleri nedeniyle ailesiyle çatışma yaşar. Feriş'in Mahmut'u gibi onun da Haydar'ı vardır. Evlenecek, Kars'a yerleşecek, çok sevdikleri yurtlarının insanları için çabalayacak, mutlu mesut yaşayacaklardır. Fakat Güneşi'nin ailesi Haydar'ı polise ihbar eder, ihtilalle birlikte kızlarını da Amerika'ya yollarlar.
Bu sezon seyrettiğim oyunların hepsi güzel bir müzikle perde açtı, bu da daha baştan içine sokuyor beni oyunun. Çın Sabahta da, Feriş'in evi yerleştirirken radyo teybinden dinlediği Tekirdağ yöresinden neşeli bir türkü olan Bahçelerde börülce ile açıldı perde.
Yalnız insanlar herkesten daha fazla şarkı türkü dinler, acılı insanlar da herkesten daha fazla kahkaha atar bazen.
Ama saklayamaz.
Yorumlar
Yorum Gönder