ÇOK GEÇ KALDIM (ÖYKÜ)
Çok yoruldum, ne kadar da uzun yolmuş bu böyle. Oysa çabucak geliverirdim eskiden, elimle koymuş gibi de bulurdum. Şimdi kaç kişiye sordum da ancak bulabildim. Yaşlılık bu olsa gerek, bacaklarım kendi kendine götürürdü beni eskiden. Artık onlar da unutmuş.
Bu sokak
işte, burası. Burası benim sokağım, beni tüm yollara çıkaran çıkmaz sokağım.
Az kaldı,
beş on metre sonra evimdeyim. Annem evdedir, bugün tatil, işe gitmemiştir. Hava
güzel, bahçede çamaşır yıkıyordur muhakkak. Ocağa da yemeği koymuştur, çocukların
öğle yemeği hazır olmalı tabi. Üç çocuk, koca, kayınvalide; hepsini çekip çevirmek
gerek. Ne yapsın kadın? Hem işe gidip eve para getirecek hem evinin kadını
olacak. Ben bir çocukla zorlanıyordum, o ne yapsın? Bazen Süpermen gibi görüyorum
annemi, her şeye, her yere yetişen süper kahraman.
Çocuklarla
ben de sofraya otururum belki. Özledim annemin uyduruk yemeklerini. Vakit darlığından
alelacele kotarılan, baharatı, terbiyesi hak getire, ama tadına doyulmaz
yemeklerini.
Geldim işte,
kapı aralık kalmış, yavaşça girdim içeriye. Tahmin ettiğim gibi, eteklerini
toplamış, leğendeki çamaşırlarla boğuşuyor annem. Hayattan hırsını alıyor
sanki. Gencecik daha, hayatın başında, ama yorgun, hep yorgun…
Beni görmedi
galiba:
Annem ben
geldim.
Birden
kalktı leğenin başından, döndü arkasını içeri girdi. Lavaboda ellerini yıkadı,
ocaktaki yemeği karıştırmaya başladı, tuzuna bakıp tencerenin kapağını aralık bıraktı.
Odadan kızların
sesleri geliyor, oyun oynarken kavga çıkarmışlar belli, bağırıp çağırıyorlar.
Mutfak kapıdan girişte, sofa denilen yerde bu evde. Oturma odası da hemen yanında.
Sesleri duyunca içeri girip bu kez o bağırmaya başladı:
Nurten, ne
oluyor burada? Ben sana söylemedim mi kardeşlerine mukayyet ol diye. Bak nasıl
da dağıtmışsınız ortalığı, azıcık yalnız bırakmaya gelmiyor, çabuk toplayın
burayı.
Ama anne,
ben bir şey yapmadım, Hanife…
Sus, bir
de konuşuyor, kardeşin uyanacak şimdi, dünya kadar işim var zaten. Bir de o
uyanırsa yandım.
Odadan çıktı
annem, tekrar leğenin başına döndü. Bir anda çıt çıkmaz oldu odadan. Nurten
suratını asmış ortalığı toplamaya çalışırken Hanife ona dil çıkardı. Sen misin
dil çıkaran, bir tane patlattı sırtına o da. Hadi bakalım sustur
susturabilirsen şimdi Hanife’yi. Annem bir hışımla kalkıp odaya girdi, çıkardı ayağından
terliğini, ikisinin birden poposuna yapıştırdı.
Bir ses
daha çıkarırsanız eşek sudan gelinceye kadar döverim haberiniz olsun, dedi ve
ellerini havaya açıp sordu:
Hey Allah’ım
ne zaman büyüyecek bunlar ne zaman akılları başlarına gelecek?
Büyüdüm
anne, görmüyor musun, karşındayım işte. Büyüdüm, hem de çok. Aklım başıma geldi
mi dersen, bak işte onu bilmiyorum.
Benim de çocuğum
var anne, anlıyorum ben seni. Şimdi anlıyorum da vakit geç mi acaba? Ne dersin?
Ben çocuğuma
hiç vurmadım biliyor musun? Bütün çocukluğum, genç kızlığım senden yediğim dayaklarla
geçti. İşe yaradığına inanırdın, hiç yaramazdı oysa. Belki bunun için bir fiske
bile yemedi benim oğlum.
İstemeyerek
yaptığını söylemiştin bir gün, hatırlıyor musun? Ama sen beni hiç duymuyorsun,
geldiğimi hâlâ fark etmedin mi?
Leğenin
başında değildi ki o, başka, bambaşka yerlerdeydi. Ağva’da, köyünde, yüzlerini hiç
hatırlamadığı anne babasının evinde. Küfürbaz, kötü kalpli amcasının yanında. Külkedisi
gibi yaşadığı bu evi özlemiş annem. Çocuk haliyle geceleri dağa domuz bekçiliği
yapmaya gittiği bu köyü özlemiş annem.
Bu kadar
yalnız demek ki…
Hah, Özcan
uyandı işte, şimdi yandı kızlar. Bu saatten sonra artık onların işi çocuk
oyalamak. Bir sonraki uyku saatine kadar eğer annemin işi bitmezse Özcan onlara
emanet. Ya da teyzem gelmezse.
Ben de
yalnızım anne, çok yalnız hissediyorum bu yalan dünyada kendimi. Bana öğrettiğiniz
gibi değilmiş dünya. İnsanların bir içi bir de dışı varmış. Herkes maske ile
dolaşıyormuş. Kime güvensen hayal kırıklığı yaşıyormuşsun. Meğer böyle böyle büyüyormuşsun.
Geç büyüdüm
ben anne, kırkımdan sonra. Bu kadar geç kalınır mı büyümek için? Söyle, bu
kadar geç kalınır mı?
O içeride
surat asan asi kızın var ya, hep bir güler yüz beklemişti senden, hoşgörü,
anlayış, sıcacık bir kucak, başını okşayan anne eli…
Seni çok
suçladım yıllarca, yaşayamadıklarımın sebebi olarak gördüm. Sen ne yaşamıştın
ki bana yaşatacaktın? Bunu anladığımda kırkımdaydım işte. Çok geçti, çok…
Anladım,
ağladım, affettim, ama ne yazık ki büyürken ben de değiştim anne. Bana güvenenlere
hayal kırıklıkları da yaşattım, ne kadar üzüldüysem o kadar da üzdüm, yalan da
söyledim.
İstemedim,
ama oldu, ben de düzene uydum anne.
Çok
yoruldum. Yok, yürüdüğüm yollardan değil, hayattan anne, hayattan yoruldum.
Hadi bana
Allahaısmarladık, yemeğe kalamayacağım. Zaten senin beni görecek halin yok, işin
başından aşkın, her zamanki gibi.
Nurten, Hanife, Özcan, size
de Allahaısmarladık, bir daha kim bilir ne zaman?
Her birimiz geçmişimizden vazgeçemiyoruz. Nereden yara aldıysak çocukluğumuza tam da oradan sarılıyoruz.
YanıtlaSilçok güzel. elinize yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilTeşekkür ederim Dürsaliye hanım, sizin beğeniniz ne kadar değerli...
SilSevgi ve selâmlar.