GÜNEŞLİ BİR SONBAHAR CUMARTESİSİ


Güneşli, güzel bir sonbahar cumartesisinde ofise gidip çalışmak zorunda değilsen ve ev işleriyle uğraşmak da istemiyorsan gezilecek çok yer vardır İstanbul'da. Hâlâ yeni bir yer görebilir ya da sevdiğin yerleri tekrar gezebilirsin. Çok yakın mesafede iki seçeneği de gerçekleştirdim. Ne mutlu bana. 

Sabah kahvaltısının ardından kahvemi içip attım kendimi dışarı. İskeleye inene kadar nereye gideceğim konusunda bir fikrim yoktu. Birden Beşiktaş'taki Deniz Müzesinin yeni halini görmediğim aklıma geldi. Yıllar önce oğlum henüz okula başlamamışken annem ve babamı da alıp gitmiştim eski binasındaki müzeye. O günden hatırladığım, Osmanlı saltanat kayıklarının haşmeti ve oğlumun onların üzerinde cirit atmasıydı. Hem de görevlilerin gözünün önünde. Demek o zamanlar buna izin veriliyordu.

 

Uzun zaman restorasyonda kaldı müze. Kaynaklarda 2013 yılında restorasyona girdiği yazıyor. 22 Nisan 2018 yılında yeniden ziyarete açılmış. Ha bugün ha yarın derken gidemedim bir türlü, pandemi de yaşamımızı tamamen kısıtlayıp müzeler kapatılınca hiç mümkün olmadı. Tam zamanı diyerek Beşiktaş motoruna bindim. Kitabımı açıp bir öyküyü dahi bitiremeden yolculuk bitti tabi. İlk iş İstanbul Kitapçısına uğramak oldu. Sevgili Hatice'min doğum günüydü ve ona en güzel hediyenin kitap olacağını düşündüm. Heyamola Yayınlarının 'İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı İstanbulum Projesi' kapsamında seksen yazara yazdırıp yayımladığı seksen kitap daima ilgimi çekmiştir. Beş on tane de almış, zevkle okumuş, kitaplığımda yer açmışımdır. Dükkanda raf yerini değiştirmişler, sayısı da azalmış. Kafamı bu dizinin kitaplarının bulunduğu en tepedeki rafa doğru kaldırdım ve 'Ömer Erdem'in Üsküdar' kitabını seçtim, görevliden yardım istedim boyum yetişmediği için. Bir de defter aldım albenili, şık şıkırdım, sever böyle süslü şeyleri. Kasaya geldiğimde, bir tane daha olsaydı kendime de almak istediğimi söyledim. Yeni basımları yapılmıyormuş; talep azlığından değil, seksen yazardan ayrı ayrı izin alınması vs. gibi sorunlar olduğundan yayıncı sıcak bakmıyormuş. Üzüldüm, çünkü İstanbul'un hemen her semtini anlatan bu kitaplar öyle iştahla okunuyor ki, elinizden bırakamıyorsunuz. Yazarlar yaşadıkları semtleri anılarını da içine katarak öyle güzel anlatmışlar ki. Zaten eve döner dönmez ilk işim pazar günü hediye edeceğim bu kitabı okumaya başlamak oldu. Akşam karanlık çökene kadar okuyup bitirdim. Aldığım her hediyeyi kıskanırım ben, eğer çok kişisel bir şey değilse kendime de mutlaka bir tane alırım, aklım kalmasın diye. 

Kitapçıdan çıktıktan sonra yaklaşık yüz elli metre yürüyüp müzenin kapısına vardım. Gişe kapalıydı, Milli Mücadelenin 100'üncü yıldönümü olduğu için 13 Eylüle kadar ücretsizmiş. Yerdeki okları izleyerek gezime başladım. Girişteki geniş koridorun solunda Atatürk'ün Florya Cumhurbaşkanlığı Köşkünde ve Ankara Gazi Çiftliğinin Marmara ve Karadeniz havuzlarında kullandığı üç sandal sergileniyor. Duvarda da Atatürk'ün Florya'da çekilmiş iki fotoğrafı var. 

 

Sağ tarafta , geniş bir merdivenle inilen alanda ise, tarihte bilinen ilk Türk denizci Çaka Bey, Piri Reis ve Barbaros Hayrettin Paşanın da bulunduğu önemli denizcilerimizin büstleri var. 

Burayı bitirdikten sonra Muhteşem bir Kadırga karşılıyor bizi. IV. Mehmet döneminde kullanılan bu 'Tarihi Kadırga', kürekli ve yelkenli sınıfından bir kalita olup, günümüze dek saklanmış, yaşayan tipte dünyanın en eski teknesiymiş. İki direkli, 24 çifte kürekli ve her bir küreği üç kişi tarafından çekilen devasa bir tekne. 

Sonra sıra sol taraftaki büyük salonda bulunan Osmanlı'da padişahların, valide sultanların, saray halkı ve hizmetlilerinin kullandığı saltanat kayıklarına geliyor. Gerçekten tam saltanat kayığı bunlar, köşk kısımları taht gibi. Kayıkların baş kısımlarında ya kartal yahut sülün heykelcikleri var. 

Burası bitince merdivensiz, eğimli bir yolla üst kata çıkılıyor. Bu yolun duvarlarında sağlı sollu denizcilik tarihimize ait bilgiler ve görseller var. Üst katta da birkaç kayık ve denizcilik objesi gördükten sonra yerdeki okları takip ederek yeni binadan eski binaya geçiyorsunuz. Burası da çok güzel restore edilmiş. 

Bir de insanı gerçekten etkileyen Atatürk Salonu var ki görülmeye değer.


                                  

Saate baktım, tam iki saat geçmiş fark etmemişim. Kafesi oluyor bütün müzelerin, burasının da vardır dedim, sordum varmış. 'Fatime by Famuse 1932' Aman diyeyim size, ekonomik bir kahve keyfi düşleyenlerdenseniz sakın adımınızı atmayın buraya. Bir nescafe, bir küçük şişe su ve bir dilim cheesecake için seksen iki lira ödedim. Tamam cheesecake harikaydı, kahve ona yakın, ortam muhteşem, bahçe içinde, fakat olmaz yani bu kadar. Halkın gittiği bir müzenin kafesi bu kadar pahalı olmamalı. 

Dedim ki, keyfini bozma, çık dışarı, güneşe bak, temiz havayı içine çek; bir arkadaşımın dediği gibi keyfin bedeli yok (!) Öyle yaptım ve sonra baktım ki karşımda bir tabela, Saray Koleksiyonları Müzesi. Ben burayı hep görmüş fakat hiç gezmemiştim. Tam sırası olduğuna karar verip aynı istikamette sola doğru yürüyüp müze binasının kapısından içeri girdim. Müzekart ile giriş yaptığım için ücreti konusunda sizi bilgilendiremeyeceğim maalesef. Girişte Yıldız Porselen satış mağazası da olduğunu görünce çok sevindim. Her Yıldız Porselen satış mağazasına girdiğimde ufak da olsa bir şey almadan çıktığım görülmemiştir. 

Bu müze harika arkadaşlar. Mutlaka görmenizi öneririm. Osmanlı sarayının 19.yüzyılda Dolmabahçe sarayına taşınmasından sonraki günlük yaşamına ait eşyalar sergileniyor. Yalnız Dolmabahçe değil, Aynalıkavak, Küçüksu, Ihlamur, Maslak Kasırları ile Beylerbeyi ve Yıldız saraylarında Osmanlı İmparatorluğunun son 70 yılına tanıklık etmiş eserlerden oluşan muhteşem bir sergi. 

Tam büyük bir hazinenin içindeyim deyip keyifle bir iki salon gezmiştim ki telefonum çaldı, arayan oğlumdu. Bir gün önce ikinci Covid aşısını olmuştu. "Anne, üzgünüm ama gezini yarıda kesip gelsen iyi olur, hastalandım," dedi. Apar topar çıkarken telaşlı halim görevliyi endişelendirdi anlaşılan, "Bir sıkıntı mı var hanımefendi, daha yeni girmiştiniz," diye sordu. Çıkış kapısına geldiğimde Yıldız Porselen mağazasının önünde durdum, kısa bir tereddütten sonra epeydir gözüme kestirdiğim bir şekerliği ışık hızıyla seçip almadan edemedim. 

Hızlı hızlı yürüyerek iskeleye vardım ve motora attım kendimi. Neyse ki o kadar da önemli bir şeyi yokmuş oğlumun. Bilindik yan etki, sabaha bir şeyi kalmadı zaten.

Artık Saray Koleksiyonları Müzesi bir başka haftaya kaldı. 

İstanbul'da yalnız gezmeyi özlemişim. Doksanlı yılların hemen tamamında sokak sokak gezdiğim günlerin tadını duydum bugün. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar