NE GÜZEL BİR HAFTAYDI!

Çok güzel, çok hareketli bir hafta geçirdim, mesleki yoğunluğa rağmen.

Sonbaharın güzel günleri değerlendirilmeyi bekliyor. Yağmurlu karlı kış günlerine erişmeden  dolaşabilmek açık havada dilediğince, özgürce ne kadar güzel!

Salı günü Levent'te bir müşterimdeydim. Tahminimden bir saat erken çıktım. Yenikapı metrosuna bindim, oturacak yer de vardı, kitabımı açıp okumaya başladım. Bir iki durak sonra şeytan dürttü, İstiklâl Caddesini dolaşmaya karar verdim. Şişhane durağında mı Taksim durağında mı ineyim diye düşünürken Taksim'e gelmiştik bile, toparlanıp fırladım trenden. Yeryüzüne çıkınca ilk işim 29 Ekimde açılışı yapılacak olan Atatürk Kültür Merkezine (AKM) bakmak oldu. Kapısının önüne kadar gidip, birkaç dakika kadar orada öylece durup anılara daldım. Hey gidi günler! Cuma akşamları işten çıkıp, Galatasaray'daki  balık pazarında yemek yiyip koştur koştur İDSO konserine yetişme telaşı ne keyifliydi. Şükür tekrar başlıyor konserler, ne kadar özledim...

İstiklâl Caddesini boydan boya yürümeye başladım. Her ne kadar eski güzelliği kalmamış olsa da benim için her daim büyüleyici. Atlas Sinemasının olduğu pasajın önüne gelince kafamı kaldırıp baktım; binanın üzerinde kocaman harflerle İSTANBUL SİNEMA MÜZESİ yazıyordu, hemen girip bilet aldım ve yıllanmış geniş mermer merdivenleri çıktım ağır ağır. Müze görevlileri kapıda karşıladılar, o kadar güzler yüzlü o kadar sıcak ve samimiydiler ki her adımımda yardımcı oldular. adeta müzeyi gezmek için rehberim oldular. Çok olmasa da yine de hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Son derece teknolojik sistemlerle donatılan iki kata yayılmış harika bir müze, mutlaka gezin, görün. Yalnız öyle bir saatte gezilecek yer değil, birkaç saatinizi verin çok mutlu ayrılacaksınız. Kapanmasına bir saat kala giriş yaptığım için tekrar gideceğim bir gün. 

Müzeden çıktığımda hava kararmıştı. Omzumdaki bilgisayar çantası yavaş yavaş ağırlaşmaya başlamasına rağmen devam ettim yürümeye. Çiçek Pasajının önüne gelince, şirkette o gün arkadaşlarla konuşmamızı hatırladım. Araya pandemi de girince birkaç yılı bulmuştu buraya gelmeyeli. Yavaş adımlarla sağa sola bakınarak girdim içeri. Henüz akşamın erken saatleri olduğundan kalabalık değildi. Lokantaların önünde şef garsonlar, garsonlar, "Buyrun bize gelin." daveti yapıyorlardı. Daha önce yemek yiyip beğendiğim bir yer olan Palmiye lokantasındaki şef garsona yanaşıp, "Tek başıma oturup yiyeceğim, sıkıntı olmaz değil mi?" dedim. Bunu niye sorduysam? Sanki hiç tek başına yemek yemedim dışarıda. Ama burası Beyoğlu ve İstiklâl Caddesi idi ve artık Türk'ten çok Arap vardı burada. Birkaç yıl önce bir gece üç arkadaş olduğumuz halde dönüş yolunda sokaklardaki ıssızlık ve o ıssızlıkta dolaşan Suriyeli Arapları görünce ürkmüştük ne yalan söyleyeyim. Şef garson güldü ve, "Olur mu hiç, buraya gelen her kadın bizim bacımızdır, oturun rahatça." dedi. Eski Türk filmlerinin içinde hissettim birden kendimi, bacımızsın derler de sonra neler olurdu neler. Güldüm kendime, avluda bana gösterdiği yere oturdum. Bir iki meze ve bir bardak bira söyledim. Gözlerim hep yukarılarda, şimdi kimisi lokantalara ait olan üst kat odalarında dolaşırken Beyoğlu fotoğraflarının simgesi, neredeyse kırk yıl pasajda akordeonuyla şarkı söyleyen Madam Anahit'in fotoğrafını gördüm. Ölmeden önce onu bu pasajda dinleyebildiğim için şanslı sayıyorum kendimi. Kalabalıklaşmaya başlayan avluda müşterilere servise gidip gelirken muhabbet de ettim şef garsonla. "İşler iyiye gidiyor çok şükür, inşallah tekrar kapanma olmaz." dedi. 

Hesabı ödeyip çıktıktan sonra omzumda tekrar bilgisayar çantası ağırlığıyla yürümeye devam ettim. Her zaman yaptığım gibi Narmanlı Han'a girdim. Ve yine her zaman olduğu gibi "Off, yazık ettiler buraya." diyerek söylendim. Ah Aliye (Berger), ah Ahmet Hamdi (Tanpınar), ah Bedri Rahmi (Eyüboğlu), şimdi kimse sizi hatırlamıyor, seslenmiyor buradan size. Herkes yeme içme, alışveriş derdinde. 

Eh, artık eve gitme zamanı gelmişti, Şişhane durağından metroya bindim ve sırtımı harika bir akşam geçirmenin huzuruyla koltuğa dayadım. 

Cuma günü 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı idi biliyorsunuz. Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği Üsküdar Şubemizin düzenlediği yemeğe katıldım. Çok keyifli, eğlenceli bir bayram kutlaması oldu. Pandemi nedeniyle epeydir biraraya gelemediğimiz arkadaşlarımızla da görüşüp hasret giderdik. 

Ama asıl, tiyatro etkinliğimiz anlatmalıyım. Yazılarımı takip edenler bilir, biz Üsküdarlı mali müşavirler olarak sezon açılınca ayda bir oyuna gidiyoruz İstanbul Şehir Tiyatrolarında. Otuz, kırk bazen altmış kişiyi bile bulduğumuz oldu. Ailelerimiz de görüşmüş oluyor birbiriyle böylece.

Oyunumuz Kadıköy Müze Gazhanenin Büyük sahnesindeydi. 'SEN İSTANBUL'DAN DAHA GÜZELSİN' 


Muhteşem bir oyun, ben geçen yıl 11 Ekimde sahneler kapanmadan bir arkadaşımla gitmiştim. Oyunla ilgili yorumlarımı da yazmıştım. O yazıdan bir iki satır aktarayım buraya:

'...Diyaloglarda öyle güzel cümleler vardı ki, arada kaçırdıklarım oldu. İşte sırf bu sözleri yakalayıp not almak için bile ikinci kez gidebilirim bu oyuna. 

En çok, "Perdeleri kapalı evlerde mutsuz insanlar yaşar, mutsuz kadınlar yaşar. Perdeleri kapatmayın" diyen anneannenin cümlesini tuttum. Çünkü ben de aynen böyle düşünüyorum.'

'...Mutlaka, ama mutlaka seyredilmesi gereken bir oyun. Varsa anne ve anneannenizle gidin hatta. Ben halamla gitmeyi isterdim doğrusu, aklı yerinde olsaydı eğer. Çünkü anneanne rolü karakterinde tam da onu buldum. Herkes kendinden bir şeyler bulur. Bu toplumdaki her kadın, yaşadıklarından, başına gelenlerden örnekler görecektir. Kahkahalarla gülerek hem de.'

Esen kalın, sevgiyle kalın, gezin görün....









Yorumlar

Popüler Yayınlar