ŞINGIR DA ŞINGIR BEYOĞLU


İstanbul çok kalabalıktı bugün. Şaşırtıcı biçimde insan ve taşıt trafiği vardı. Hava güzel, okullar da bir haftalık kasım tatiline girince demek ki, pazar günü herkes atmış kendini sokaklara. 

Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında Ali Poyrazoğlu'nun Grand Pera Emek Sahnesi'ndeki ŞINGIR DA ŞINGIR BEYOĞLU adlı gösterisine biletimiz vardı. Meslektaşım, aile dostum Cengiz Özbaltacı, eşi Selma ve kızı Ece ile birlikte Marmaray Üsküdar istasyonunda buluştuk. Buluşma tesadüfi oldu; ben erken gider biraz dolaşır ve Üsküdar'da bulamadığım kitapları alırım demiştim. Fakat planladığım saatte evden çıkamadığım gibi geç kaldım diye bindiğim dolmuşta kalakaldım trafiğin içinde. Yarı yolda inip yürüdüm sonunda. Perona indiğimde karşılaştık, böylesi daha iyi oldu aslında. 

Ali Poyrazoğlu'nu yetmişli yıllarda televizyondaki Ali Uyanık tiplemesinden tanıdım. Sanırım yaşıtım hemen herkes de böyle tanımıştır onu. Bu akşam sanatçıyı sahnede ilk kez seyrettim. Maalesef bundan önce hiçbir oyununa gidemediğime yazıklanıyorum şimdi. Umarım bundan sonra başka oyunlarında seyretme fırsatı yakalarım. 

Şıngır da Şıngır Beyoğlu aslında bir oyun değil, gösteri. Gösterinin sonunda Ali Poyrazoğlu da söyledi bunu. Beyoğlu Kültür Yolu Festivali kapsamında oyun istenmiş ondan Beyoğlu ile ilgili. Zaten yeni oyunu olan Hayatım Roman'ı sahnelediğinden başka bir oyun yazacak zamanı da yok, anılarından yola çıkarak kendi Beyoğlu'nu anlatmak istemiş ve yazmış. Yazdığı tekstin sayfaları elinde çıktı sahneye, fakat sayfalara neredeyse hiç bakmadan tamamladı gösterisini. Beyoğlu'nda geçen sanat hayatını anlatırken şimdi hayatta olmayan ne çok tiyatro ustasını andık onunla birlikte. Hepsine büyük alkışlar gönderdik. Sahneye bir çantayla çıkmıştı, gösteri sona ererken çantanın gerekçesini açıkladı; biz seyircilerin alkışları yükselip kelebek olurmuş, o da bütün kelebekleri çantanın içine toplarmış. Ne değişik ne güzel bir bakış değil mi?

Hikâyelerini dinleyip alkışladığımız usta tiyatroculardan hatırımda kalanlar; Ulvi Uraz, Muhsin Ertuğrul, Gülriz Sururi-Engin Cezzar, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Erol Günaydın ve tabi ki yakınlarda yitirdiğimiz Ferhan Şensoy. 

Bir de çok sevgi dolu olmasa da, yaşayan efsane Haldun Dormen vardı anılarda. 

Ulvi Uraz'ın Ali Poyrazoğlu'nun hayatında çok önemli bir yeri varmış, ölmeden önce yaptıkları duygusal konuşmayı anlatırken dayanamayıp gözyaşlarını saldı. 

Bir buçuk saat bizi Beyoğlu anılarında yolculuğa çıkaran, kâh güldürüp kâh hüzünlendiren Poyrazoğlu bu gösteriyi sadece iki kez sahneleyeceğini söylemişti. Bence daha fazla sahnelenmeli, daha fazla insan bu anılara tanıklık etmeli. Adeta sohbet eder gibiydik hiç dahil olmadığımız halde, Poyrazoğlu sahnede biz koltuklarımızda. 

Sanatçı bir söyleşisinde şöyle demiş:

"Tiyatroda gülüyorsun, eğleniyorsun. Ben her zaman söylerim; seyirciler bizim meslektaşımızdır. Meslektaşımızsınız. Akşamları toplanıyoruz böyle, ben sahnenin üstünde, siz koltuklarınızda birlikte gülüp, düşünüp, eğleniyoruz. Sonra oyun bitince siz buradan gidiyorsunuz ama oyun sizinle beraber gidiyor. Oyundan kalan kahkahalar, göz yaşları, düşünceler hepsi birlikte hayatınıza yeni bir şeyler katıyor. Her sabah yeni bir gündemle uyanıyorsunuz... Ben de öyle kalkıyorum. Hz. Muhammed'in hadisinde buyurduğu gibi; '2 günü aynı olan adamın 1 günü kayıp demektir.' Ben her günümün farklı olması için elimden geleni yapıyorum ve yolculuğu göze alıyorum. Çünkü insanın yapacağı en zor yolculuk anılarına yapacağı yolculuktur. İnsanın en zor yapacağı okuma bireyin kendini okumasıdır. Bireyin kendini okuması kadar zor bir şey yoktur. Kendini okuma cesareti gösterebilen insanlar geçmişlerine dönüyorlar. Farklı kimlikleriyle ve hatalarıyla da yüzleşebiliyorlar."

Harika bir Beyoğlu akşamı oldu. Çıkışta önce kitaplarımı aldım. Balık Pazarı Mercan'da yemek, Mis Sokak İNCİ'de profiterol ve çay ile akşamı noktaladık. Hoşça kal Beyoğlu diyerek Taksim metroya indik. 





Yorumlar

Popüler Yayınlar