KULÜP
Hayat sevincimi kaybetmedim elbette, ama eskisi gibi olmadığımı biliyorum.
Elinden oyuncağı alınmış, hayır adeta her şeyi alınmış bir çocuk gibi hissediyorum bazen. Son bir iki yılda kendi hayatım adına hep rahatlık ve sevinçler yaşadım çok önemli kayıplarımın dışında. Kendimi geliştirmeye çalıştım, hayata daha değişik daha olumlu bir gözle bakmaya başladım. Bu bakış bana kendimi iyi hissettiren yeni kararlar aldırdı, çok da iyi oldu. Yani kendi dünyam iyi, çok iyi. Ama ülke gündemini takip etmekten yoruldum. Şaşırıp öfkelenmekten, çaresiz ve yoksul insanları görmekten, bir şey yapamıyor olmaktan üzgünüm. Eskiyi özleyen, çocukluğunu unutamayan, sık sık dile getiren biriyim ben yazılarımı okuyanlar bilir. Bugünlerde bu özlem çığ gibi oldu içimde. Işınlanıp gitmek mümkün olsa doksanlı yıllara koşa koşa giderdim yemin ederim.
Sabahları erken kalkmayı ne çok severdim eskiden, şimdi nefret ediyorum. Yaz saati uygulaması başladığından beri böyle. Yani altı yıldır erken kalkma sorunu yaşıyorum ben. Saat sekiz buçukta doğan güneşi ne edeyim? Kapkaranlık bir saatte kahvaltı mı yapılır? Enerji tasarrufu ile falan ilgisi olmayan bu uygulamayı neden inatla sürdürüyorlar? Çocukların okula güvenli bir şekilde aydınlıkta gidebilmeleri umurlarında değil. Öyle oluyor ki bazen, hiçbir şeyin umurlarında olmadığını düşünüyorum.
Gündemi takip etmek gerçekten çok yorucu ama takip etmeden de duramıyorum. Bana ne boş ver, ben kendi dünyamda mutluyum deyip devam edemiyorum hayatıma. Ne kadar kendi dünyamda iyiyim desem de bir şekilde ben de etkileniyorum olan bitenden. Bütün vatandaşlar gibi zamlardan örneğin. Ufak ufak derken büyüdü çığ oldu temel ihtiyaçlara gelen zamlar. Yıllar sonra yeniden enflasyonla yaşamaya başladık. Eskiden yani seksenli doksanlı yıllarda da büyük enflasyon vardı ama çalışan olarak enflasyon oranında hatta bazen üzerinde maaş zammı alırdık. Çünkü bugünkü kadar belirsiz değildi gelecek. Önünü görebiliyordu tüccarlar, esnaflar.
Düşlerimiz vardı geleceğe dair, umutlarımız vardı. İnanıyorduk tıpkı altmış sekiz kuşağı gibi. Onların nasıl gerçekleşemediyse düşleri sanki bizim için de gerçekleşemesin diye uğraşıyor gizli bir el.
Hayır umutlarım tükenmedi tabi, umut biterse hayat biter biliyorum. Çok güzel zamanlarda çok güzel şeyler yaşadım şükür. Bugünden çok daha ileri bir eğitime sahip, çok daha insani, vicdanlı ve ahlaklı bir toplum içindeydim. Aynı şeyi oğlum için söyleyemiyorum, ileride onu bekleyen zorlukları düşündükçe üzülüyorum.
Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor ve tarih hep tekerrür ediyor. Birkaç yıl önce yakın tarihimize ait belgeselleri izlediğimde iyice anlamıştım. Keşke herkes izlese onları.
Dün gece Netflix'te KULÜP dizisinin ikinci sezonu olan son dört bölümünü izledim. İlk altı bölümü Dalaman dönüşü otobüste bitirmiştim, o kadar etkileyici ve sürükleyiciydi ki uyumadan geçirdim geceyi. İyice ama iyice anladım ki hiçbir şey değişmemiş bu ülkede. Irkçılık, yalan haberler, sabotajlar, azınlıkların uğradığı haksızlıklar, acılar, ayrılıklar...
6-7 Eylül 1955 olayları ve Varlık Vergisi hakkında çok kitap okudum ve film izledim. Kulüp hepsinden daha fazla etkiledi beni. Tarihimizin en utanç verici olaylarından biri olan bu korkunç yağmayı aktarmak zordur, zoru başarmış Kulüp. Oyunculuklar muhteşem, müzikler harika, dekor döneme uygun.
Seren Yüce ve Zeynep Günay Tan'ın ikilisinin yönettiği dizi 1950'li yıllarda İstanbul Beyoğlu'nda Seferad Yahudisi Matilda ve kızı Raşel'in hayatı çevresinde gelişen olayları anlatıyor. Dizinin senaryosu Rana Denizer'in ailesinin hayatından esinlenerek Ayşin Akbulut, Rana Denizer ve Necati Şahin üçlüsü tarafından yazılmış. Oyuncu kadrosunda Gökçe Bahadır, Fırat Tanış, Barış Arduç, Salih Bademci, Metin Akdülger, Suzan Kardeş, Asude Kalebek gibi çok iyi isimler var.
Dönemin Türk Yahudi yaşantısını yansıtan dizide Ladino konuşulan sahnelerde bu dili konuşan elli kadar kişi rol almış. Bu dil konusunda Türkiye Yahudi cemaatine mensup uzman isimler diziye danışmanlık yapmış.
Bunları yazmadan önce Osmanlı'dan günümüze Türk Yahudileri adlı bir video izledim. 500.cü yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi'nde çekimi yapılan söyleşide vakfın başkanı Silvio Ovadya'yı anlatıcı olarak görünce çok sevindim. "Kulüp dizisi bizim için çığır açıcı" diyordu. Eski işyerimde tekstil sektöründeki Yahudilerle çalışmamız dolayısıyla birçok Yahudi Türk vatandaşla irtibatım oldu. Silvio bey onlardan biriydi. Ortağı Alen bey ile iplik üretimi yaparlardı. Geçmişte yaşadıkları onca sıkıntı, üzüntü ve haksızlıklara karşın Türkiye'yi ve Atatürk'ü çok seven çok iyi insanlardı. Tanıdığım diğer Yahudiler de öyle. Sektörde verdiği sözü tutan çok az Türk tüccar gördüm ama verdiği sözü tutmayan bir tane bile Yahudi tüccar görmedim. Duruma dini açıdan bakmıyorum, insanların hangi din ve mezhebe ait oldukları hiçbir zaman umurumda olmadı, hep insani açıdan baktım ben. Böyle bakılması gerektiğini de düşünüyorum.
Netflix aboneliği olanlar mutlaka izlemeli.
Aydınlık, sevgi ve barış dolu güzel günlere ulaşmamız dileği ile...
Yorumlar
Yorum Gönder