KONYALI LOKANTASINI YERİNDE BULAMAMAK



Dost bir müşterimi ziyaret ettim cumartesi günü.

Yaklaşık iki yıl önce de gitmiştim bir arkadaşımın aracıyla ama bu kez toplu taşıma kullanarak gitmem gerekiyordu. Kemerburgaz'a nasıl gidiliri araştırdım hemen. Üsküdar'dan epey uzun bir yolculuk olacağı belliydi. O yüzden erkenden kalktım kahvaltımı edip giyinip çıktım. Önce ofise kısa bir uğrayıp Marmaray'a yürüdüm. Kazlıçeşme'de inip 48A otobüsünü buldum ve hesapladığım saate yetişmiş oldum. 

Yol uzak mı uzaktı ama harikaydı yolculuğum. Otobüse ilk binen ben olduğum için en ön koltuğa kuruldum. Bu uzun yolda okumak için kitap da almıştım yanıma. Otobüsün kalkış saatine kadar on dakika okuyabildim, sonrasında kapatmak zorunda kaldım. Çünkü harika bir seyirlikti İstanbul'un bu bölgesi. Daha önce Kazlıçeşme'den otobüse binip de bu yollardan geçmemiştim. Sağımda Ermeni hastanesi, biraz sonra karşımda Balıklı Rum hastanesi; bu hastanenin ismini hep duymuş hiç görmemiştim. Onları geçip biraz daha yol alınca Belgradkapı diye bir yere geldik. Aman Allah'ım bostanlar! Yol boyunca sağ tarafımız hep bostan, işçiler çalışıyorlar. Biraz sonra Silivrikapı, ardından Mevlanakapı ve bostanlar devam ediyor. Arkalarında da tarihi surlar. Bir kısmı harap, bir kısmı restore ediliyor. Büyülenmiş gibi baka baka Topkapı'yı geçip Edirnekapı'ya geldik. Hava Şehitliğini bitirir bitirmez Demirkapı otobüs durağı ve Eyüp sapağı. Kaç yıl bu durakta inip işyerimin olduğu sokağa saptım, kaç yıl yaşadım bu heyecanı? Hâlâ heyecanlanıyorum buraya geldiğimde; şimdi uzaktan baktığımda bile o eski güzel günler gözümün önünde. Eyüp'e indi otobüs, ne kadar değişmiş buralar. Belediye başkanlığı bu bulvara taşınmış, gösterişli bir bina yapmışlar. Hemen aşağısında adı şimdi Gökkuşağı olmuş marketten yaptığımız cuma öğle yemeği alışverişleri ve ah, işte tam karşıda da Hürmüz Tavukçuluk! Her cuma buradan çevirme tavuk alırdık. Marketten aldığımız malzemelerle salata yapar fırından yeni çıkmış sıcak ekmekler eşliğinde on on beş kişi hep birlikte keyifle yerdik. Bir yerde çevirme tavuk yapan bir dükkan gördüğümde hep bu cuma günlerini hatırlarım. 

Ben hayran hayran bakınır anılarda gezinirken otobüs Eyüp sahiline indi bile. Cibali-Alibeyköy tramvay yoluna paralel sahilden gidiyoruz. Tramvaya da denk geliyoruz arada. Alibeyköy'den sonra çevre yolu ile devam edip Hasdal'dan geçtik. Ormanlık alan ve duraksız bir yaklaşık beş altı dakikalık zamandan sonra Kemerburgaz Su Kemerinin altından geçip Mimar Sinan mahallesine girdik. Müşterim Vadi Evlerinde oturuyor, harika bir home ofis. Kemer evleri durağında indikten sonra üç yüz metre kadar kuş cıvıltıları ve evlerin bahçelerinden sokağa taşan ağaçlardaki çiçeklerin kokusu eşliğinde yürüdüm. Hava hafif serindi ama bulutsuz ve güneş de pırıl pırıldı. Mayıs ayı geldi hâlâ tam ısınamadı hava bu yıl. Güneşteki patlamaların az olması ve volkanik patlamaların fazla olmasından diye bir yazı okumuştum geçen gün. Elbet yaz gelecek, iliklerimize kadar ısınacağız inşallah. Bahçe kapısından girer girmez "Cennette yaşıyorsunuz." dedim. Kocaman bahçe içinde, koyu yeşil boyalı üç katlı bir villa. Kedisi, köpeği, ağaçları, çiçekleri ve serasıyla şehirde ama tatilde havası veren bir ev. Yaklaşık iki saat boyunca önce kış bahçesinde sonra çimenlerdeki sandalyelerde kahve içerek sohbet ettik. Burada güneş epey yakıcıydı, bir süre sonra gölgeye çekilmek şart oldu. 

Dönüşte indiğim durağın karşısından fazla beklemeden aynı otobüse bindim ve yine dışarısını seyre dalarak Kazlıçeşme durağında indim. Marmaray'a binerken aç olduğumu hissettim. Üsküdar'a kadar dayanamayıp Sirkeci'de indim. Konyalı Lokantasına gidip yıllık ritüelimi yapayım dedim. Gardan çıkıp caddenin karşısına geçtim. Allah Allah, bakınıyorum bakınıyorum göremiyorum, yok. Konyalı Lokantasının olması gereken yerde başka bir isim yazıyor, üstelik bir de sanki Arapça gibi bir başka yazı da var. İçeriye doğru başımı uzatınca bir adam geldi karşıma dikildi. "Merhaba, Konyalı yok muydu burada?" dedim. "Yok!" dedi sertçe. Taşınıp taşınmadığını, nerede olduğunu soracak oldum, "Yok Konyalı, biz varız." dedi gene sert fakat bozuk bir Türkçe ile. Sanırım ya Suriyeli ya başka bir Arap ülkesindendi. Kendimi o kadar kötü hissettim ki, bütün günün güzelliği çekip gitti sanki birden. Bir üst sokaktaki Konyalı Saat mağazasına geldim ve onlara sordum, oranın da sahibi el değiştirmiş, yeni sahipleri hiçbir şey bilmiyor. Neredeyse oturup ağlayacağım, o kadar üzgünüm. Koca bir tarih yok olmuş, çok yazık. Sirkeci'de çalıştığım on dört yıl boyunca hemen her öğlen burada yerdim ben yemeklerimi. Çalışanları beni hâlâ tanır sohbet ederdik. Ne insanlar geldi geçti bu lokantadan. 

Eve gelir gelmez internetten aradım meğer epey olmuş, geçen yılın yazında kapanmış, pandemi sıkıntısı nedeniyle. Topkapı Sarayındaki lokanta ise duruyormuş. Zaten bir tek o kalmış şimdi; inşallah aynı sona sürüklenmez.

Geri döndüm Sirkeci Garına ama açlığım daha da artmıştı. Birden bir şimşek çaktı kafamda; burada Orient Ekspress Restaurant vardı ve ben hep bir gün orada yemek yemeği hayal etmiş henüz gerçekleştirememiştim bu hayalimi. İşte şimdi tam sırasıydı. Bir zamanların en gözde mekanı, edebiyatçıların ve basının ünlü isimlerinin ikinci adresi olan lokantanın dışarıdaki masalarından birine oturdum. Yemeğimin gelmesini beklerken kalabalık Marmaray girişine bakıp "Hey gidi" dedim. Buradan ne trenler gitti Avrupa'ya ne trenler geldi Avrupa'dan. Almanya'ya ilk işçi treni de buradan kalkmıştı. Halkalı'ya giden banliyö treni ile de milyonlarca insan yıllar boyu buradan gelip geçti. 

Konyalı Lokantasının üzüntüsünü içime gömüp Orient Ekspress'te yemek yemiş olmanın keyfiyle kalktım, biraz önce seyrettiğim insanların arasına karışarak yerin altına inip Üsküdar'a geçtim.



Yorumlar

Popüler Yayınlar