EYLÜL


Eylül ayını hep sevdim.

Çocukluktandır bu sevgim. Eylülde okul başlardı ve ben okulu çok severdim. Başıboş, amaçsız yaz tatili aylarından sonra okul ruhuma ilaç gibi gelirdi. Hemen hemen tüm çocuklar tatilin gelmesini dört gözle beklerken ben üzülürdüm. Okul hayatım hiç bitmesin istedim. Üniversite bitip Adapazarı'ndaki evimizi terk etme zamanı geldiğinde perdelere sarılıp ağladığımı hatırlıyorum. Şaşırmıştı arkadaşlarım. Elbette hayata atılmak, çalışıp üretmek istiyordum ama biliyordum ki bundan sonra hiçbir şey okul hayatı gibi olmayacak. Derdim sadece derslerden iyi not alıp sınıfları geçmekten ibaret olmayacak. Varlıklı bir koca seçip yan gelip yatmak gibi bir düşüncem de olmadığından okul biter bitmez işe girecektim ve ekonomik bağımsızlığımı kazanacaktım, öyle de yaptım. Çok şükür ne anne babamın ne de kocamın eline bakmak zorunda kalmadım. Çok zorlu zamanlar da geçirdim ama mücadelemden vaz geçmedim. 

Şimdi düşünüyorum da, acaba tersi olsaydı daha iyi mi olurdu?  Yok, olmazdı. Örneğim annemdi çünkü; çalışan bir kadınla büyüdüm ben. Ekonomik özgürlüğün bir kadına sağladığı faydaları çok erken yaşta fark ettim. Annem istediklerini almakta zorluk çektiği için işe girmeye karar vermiş, iyi de etmiş. Müthiş bir bütçe ve gelecek planlama uzmanıydı. Yetmiş yedi yaşında ölene dek hedef koydu hep önüne, hayalleri vardı. 

Eylül demiştim, nereye geldim. Hep böyle yapıyorum. Eski işyerimdeki patronlarımdan birisi bir gün, "Nurten senin Ahmet Mithat ile bir akrabalığın var mı? Tıpkı onun gibi bir şey anlatırken konudan konuya geçiyorsun." demişti. 

Bu sene eylül ayını Dalaman'da geçiriyorum. Sanırım bambaşka bir doğa göreceğim burada. İstanbul'daki gibi ayın yarısından sonra hırka almayacağım üzerime. Ağaçların yaprakları uzun süre yeşilliğini koruyacak. Sadece akşamları bunaltıcı sıcaklar azalacak, şimdiden fark etmeye başladı bile. 

Dün değişik bir gün yaşadım. Erkek kardeşimin Ortaca'daki arkadaşı aramıştı bir gün önce, bir ahbabının kızı Dalaman'daki yüksek okulun Turizm bölümünü kazanmış, anne babasıyla oturacak ev arıyorlarmış. Benim emlakçıyı aradım, aynı zamanda ev sahibimdir, elinde iki ev olduğunu söyleyince kız İstanbul'dan hemen geldi ve dün buluştuk, tanıştık, Aslı imiş adı hemen ısındık birbirimize. Ucuz olan eve gittik önce, müstakil iki katlı bir evin alt katı. Üst katta ev sahipleri oturuyor. Ev çok güzeldi, hatta harikaydı. Kullanıma açık büyük bir bahçe ve verandası var. Mutfak devasa, İstanbul'da göremeyeceğimiz türden. Aslı anne babasına evi görüntülü gezdirdi ve onayı aldı. Ev sahipleriyle tanıştık bu arada, Songül hanım ve Soner bey ile bir kız bir erkek çocukları. Bir anda samimiyet kuruldu. Hatta Aslı evin kızıyla mutfağa girip bize kahve yaptı. Müthiş girişken bir kız. Otuz bir yaşındaymış hiç göstermiyor. Annesi, "Sen bir üniversite okumadan ölürsem gözüm açık gider." dediği için sınava girmiş. Yıllardır da otellerde çalıştığı için turizme uzak değil. Ev tutulup sözleşme yapıldı, sevinçten kanatlanmıştı adeta Aslı. "Lütfen evimize misafirliğe gel taşındıktan sonra, bizi unutma." dedi. Yani Dalaman'da tanıdıklarıma bir yenisi daha eklenmiş oldu. Ne güzel oldu.

Gene konudan saptım ama pek de sapmış sayılmam değil mi? Sonuçta eylülde okul başlangıcı ile ilgili bir hikâye anlattım. 

Eylül hüzün ayıdır derler ya, yalan; başlangıçların ayı neden hüzünlü olsun ki? Sonbaharı hüzünle ilişkilendirenlerin lâfı bence. Tatlı yaz aylarının bitişine ad uydurmuşlar. Bir de Mehmet Rauf'un Eylül adlı bir romanı var tabi, çok hüzünlü hatta acıklı. Türkiye'de ilk psikolojik roman diye bilinir. Belki onun da etkisi vardır Eylülü hüzünlendirmekte. 

Sevgiyle kalın.

Yorumlar

Popüler Yayınlar