İMECE İLE PEKMEZ YAPTIK


Pek hareketli bir hafta geçirdim. Zaman zaman sakinliği arasam da ben hareketi çok seviyorum. Kalabalığı çok seviyorum. 

Pazartesi İnlice'ye denize gittik. Son derece güzel olan İnlice Plajının benim için yeri özel oldu bu yaz. Yaz başında gittiğimiz bir gün oğlumun işe girdiğini öğrendim. O kadar mutlu oldum ki, uzaklara, çok uzaklara açıldım. Yüzme bildiğim halde denizden korkarım ben ve asla açılmam; anca azıcık işte boyumu biraz geçen yerlerde yüzerim. Ama o gün korku falan hak getire, bizim kızlarla epey açıldık ve artık rahatça uzaklaşabiliyorum kıyıdan. Bu pazartesi ise deniz yine harikaydı da minik balıklar neremize gelirse pıt pıt değip kaçıyorlardı. Isırdıkları falan yok tabi de sakin sakin yüzerken vücudunuzda birden böyle bir şey hissedince rahatsız oluyorsunuz. Sonuçta her zamanki uzun deniz keyfi olamamasına rağmen güzeldi elbette. 

Salı günü Fethiye'de tatilde olan İstanbul'daki dostlarım geldi Dalaman'a beni görmeye. Neredeyse üç buçuk ay olmuştu görüşmeyeli, çok ama çok sevindim. 

Geçtiğimiz cumartesi bir arkadaşımızın ahbabının buradaki yüksekokulu kazanan kızı Aslı için ev bulmuştuk. Aslı müthiş bir kız, samimi ve çok girişken. Dün merak edip aradım taşınıp taşınmadıklarını öğrenmek için. "Kahve içmeye gel abla" dedi. Kalktım gittim ben de. Anne ve babasıyla da tanıştım. Eşyalarını taşıyan kamyon eve birkaç kilometre kala devrilivermiş. Çamaşır, bulaşık makineleri, gardıropları ve bazı başka eşyaları kullanılamaz hale gelmiş. Kamyonu on sekiz yaşında bir çocuk kullanıyormuş düşünebiliyor musunuz?  Yasak olduğunu bildikleri için "Kendi aramızda halledelim" deyip ufak bir para verip eşyaları bırakmış gitmişler. Hâlâ ev yerleştiriyorlardı, çay kahve yaptılar, evin önündeki esintili verandada sohbet ettik. Mini minnacık siyah beyaz bir kedi peyda oldu birden bire. Aman Allah'ım ne kadar güzel bir şeydi, annesi yokmuş zavallının, bir buçuk aylık var yok, ama cin gibi maşallah. Yanımdan yöremden ayrılmadı, kucağımdan inmedi uzun süre. Neriman'ımı ne kadar özlediğimi fark ettim. 

Aslı'nın ailesi biraz değişik, ayrı bir yazı konusu olur, başka bir güne bırakıp konu başlığına geleyim artık.  

Çarşamba günü köyde pekmez yaptık biz. 

Komşumuz, Dalaman'ın yerlisi Ayşe'nin bir kız kardeşi var, Cazibe. İsmin güzelliğine bakar mısınız? 

İşte bu Cazibe Ortaca'nın Tepearası köyünde oturuyor. Dalyan'a da yakın burası. Annesi öldükten sonra tek başına yaşadığı iki katlı müstakil evinin geniş bir bahçesi var. Hemen her türlü meyve ağacının olduğu, ekip biçtiği harika bir bahçe. Yakın zamanda koyunları da varmış da satmış onları zor oluyor bakması diye. Şimdi koyun ağılının olduğu yere çardak, masa ve oturacak banklar yapmış. 

Sabah erkenden yola çıktık Sibel ve Jale Teyze ile, Ayşe ile Çiğdem daha erken gitmişlerdi. Biz ulaşana kadar üzümlerin yarısından fazlasını toplamışlar. Biz gelince, onlar üzüm toplamaya devam ederken kahvaltıyı hazırladık Cazibe ile. Çardağın altında konuşup gülerek neşeyle harika bir kahvaltı yaptık. Ben bulaşıkları yıkamak üzere eve girdim. Onlar da toplanan üzümlerin çerini çöpünü ayıklama işine giriştiler. Mutfaktan çıkmam gecikince Çiğdem, "Ne o işten mi kaçıyorsun, ne bitmez bulaşıkmış bu" dedi. Oysa ben bulaşığı bitirmiş, bol köpüklü Türk kahvelerimizi hazırlamakla meşguldüm. Ayıptır söylemesi, kahve içmeden ne güne ne de işe başlayamıyorum. Ayşe'yi yardıma çağırıp tepsinin birini ona verdim ve işi gücü bırakıp tekrar çardağın altında buluştuk. Eh, kahve keyfi de bitince hepimiz işe giriştik artık. 

Bence işin en zor kısmı üzümlerin çeri çöpünü ayıklamak. Çürümüş, küflenmiş olan taneleri tek tek ayırdık ve bu neredeyse gün boyu en son kısım ezilip süzülüp kaynatma kazanına konana kadar sürdü. 

Bu işi yapan bazı köylüler genellikle ayıklamadan ezip süzerler ve kaynatırlarmış ama biz kendimiz için yaptığımızdan tadı bozulmasın diye bu zor işe gönüllü giriştik. Zaten Cazibe'ler hep böyle yapıyorlarmış. 

Pekmez yapımı zahmetli bir iş ama bir o kadar keyifli. İlk tecrübemden büyük keyif aldım. 

Efendim, ilk önce dediğim gibi üzümler eni konu ayıklanıyor, kasalara dolduruluyor, bol su ile iyice yıkanıp süzülüp sonra sadece bu iş için kullanılacak olan temiz bir leğene dökülüyor ve yine sadece bu iş için kullanılacak olan yeni lastik çizmeler giyilip ayakla eziliyor. Çizmeler de sadece temiz bir bez üzerine konuyor değiş tokuş olduğunda. Sakın ola başka bir yere, betona toprağa değmeyecek yani. 

İyice ezilen üzümler ve çıkan suyu temiz bir çuvala doldurulup başka bir leğenin üzerindeki boş kasanın üzerine konup ellerimizle bastırılarak suyu tamamen süzülüyor. Sonra da büyük kazanın içine dökülüyor. Az önce odunlarla yakılmış olan ateşin üzerine kazan oturtuluyor ve bir beze sarılmış pekmez toprağı atılıyor içine. Ben ilk öğrendiğimde çok şaşırdım. Pekmez toprağı da neymiş diye.

Pekmez toprağı tam da adı gibi gerçek bir toprak türüymüş. Halk arasında ak toprak, beyaz toprak, marın ve havara gibi isimleri de var. Bu toprak pekmeze, yoğun ve akışkan kıvamı verdiği için kullanılıyormuş. Diğer deyişle, pekmezin pH dengesini sağlıyormuş. 

Kazandaki üzüm suyu kaynarken üzerinde oluşan köpükler sürekli alınıyor. Aslında bu köpük bile işe yarıyormuş, Hatay'da pekmez kaynarken üzerinden alınan köpükten tatlı yapıyorlarmış ve buna da Köpük Tatlısı diyorlarmış. 

İyice kaynayan kazanlar ateşten alınıp üzerleri örtülerek bir gece dinlenmeye alınıyor. Sonra süzülüp dibe çöken kısımlar ayrıldıktan sonra tekrar kazana konup kaynatılıyor. Kıvamını bulduğunda pekmezimiz de hazır olmuş oluyor.

Ben sürecin ilk gününde bulunabildim. İkinci günü Ayşe ile Çiğdem tamamladı. İnanır mısınız üç kazandan kaynaya kaynaya yarım kazan kalmış. Harcana emeğe bakın bir de elde edilen ürüne. 

Köylüler gerçekten zor şartlar altında çalışıyorlar. Çiftçilik zor iş. Bugünkü maliyetlerle hele yapmaya değmeyecek gibi maalesef. Çoğu köylü geliri maliyeti karşılamadığı için arazilerini satıyor.  Müteahhitler zaten hazırda bekliyor inşaat kondurmak için. Aynı şekilde hayvancılık da. Yazık gerçekten. 

Bazı günler ben de Ayşe'lerin Dalaman'daki bahçesine gidiyor onları izliyorum. Arada ufak tefek yardımlarım olsa da devede kulak misali benimki. Çok yorucu çok.

Atatürk boşuna dememiş,

"Köylü milletin efendisidir." 








Yorumlar

  1. Merhaba Nurten. Yazını keyifle okudum. Leğende ki fotoğrafın da beni güldürdü. Keyifle üzüm ezmen harika. Oğlunun işe girmesine sevindim. Artık bir evde tek maaş yada bir kişinin elde ettiği gelir yetmez durumda. Oğlunda artık ayakları üzerinde durur. Sevindirici bir haber.
    Selamlar saygılar.
    Hüseyin Güzel

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hocam sağolun varolun, oğlum yaklaşık bir buçuk yıldır iş arıyordu, çok şükür sonunda oldu. Kendisi de ayaklarının üzerinde durmak bana yük olmamak istiyor sağolsun.
      Fotoğrafa gelince, gerçekten çok keyifliydi üzümleri ezmek:)
      Selâm ve sevgilerimle

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar