AH SABAHATTİN AH! (ÖYKÜ)
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder” demiş şairin biri, halt etmiş. Gelip göreydi şu boktan hayatımı “herkeste yolun yarısı Binnaz’da
yolun sonu” der miydi demez miydi? Hadi bakalım, görürse yolun gerisini,
bağışlayayım ona hemen, yaşasın doya doya. İstemem, vallahi istemem varsa da
gidilecek bir yol. Kiminle gideceğim ki? Yalnızlık ona mahsusken, kattı götürdü
yanına hepsini hey sevgili Allah’ım. Ne çoluk kaldı ne çombalak. Ne çift ne de çubuk.
Gün de ışımıyor ay da doğmuyor. Sabahları kalkmaya hacetim var mı? Gözümü açıp
da bakınca bozulmamış sağ yanıma Sabahattin’i mi göreceğim? Açıp da gözünü
bakıp yüzüme “hadi Binnaz yetmedi mi, kalk da hazırla kahvaltıyı” mı diyecek?
Ah ne çok kızardım sabah uykumu kandırmadan kaldırmalarına. Yataydı hep sağ
yanımda da varsın kanmayaydım uykularıma.
Ne zormuş ah, ah ne zormuş. Yüz elli dokuz gün, tamı tamına
öyle. Gitti gidenlerin dönmediği, ne olduğu bilinmeyen yere. Hep merak
ediyorum, bekler durur mu “Binnaz’ım gelsin” diye, benim onu beklediğim gibi. Konu
komşu gülüyor gizliden biliyorum, delirdiğimi sanıyorlar, “bu kadar yas yeter”
diyorlar. Yas değil ki yaşadığım, ömür bitirmek. Nereden bilecekler? Hangisinin
kocası öldü, hangisinin çocuğu büyüyemeden toprak oldu? Olsa olsa ana babaları,
o ne ki, acıdan mı sayılır? Bir de akıl verirler, “yaşlı adama varmayacaktın”
diye. Anam da böyle dediydi, vermedi beni Sabahattin’e, kaçtım. Sevdim ben,
sevmeyi de bilmez bunlar, sever sanırlar kendilerini. Çocuklarına bile yoktur
sevgileri, hep döverler. Allah’ın işine karışılmaz, yaşatacaktı ki bebelerimi
görsünler sevginin hasını.
Sabahattin çok yaşlı değildi ki hem, on beş yaş bir şey mi?
Ömrü azmış, kalp krizi pat diye götürüyor adamı. Halbuki doktor yüzü
görmediydi, bir kere dişi bile ağrımadı. Öyle sapasağlam bir adamdı. Herkes
benim öldüğümü sanmış köyün minaresinden salası verilince. “Sen beni elli kere
gömersin” derdim. Bir böbrek yok, şeker, tansiyon Allah ne verdiyse bende.
Ölemedim bir türlü. Ondan önce gitmem herkesin hayrınaydı,
anam babama da, konu komşuya da. Herkes yalnız yaşamayı bilir mi? Ben
bilmiyormuşum işte. Muğla’dayken ölmeliydim, gelmemeliydi ev sahibim Emine Hanım,
görmemeliydi rüyasında beni. İkinci oğlan on iki aylıkken girince toprağa
hepten dellendiydim. Artık yaşamanın mümkünü yok, ben de gideceğim oğlumun
yanına. Sabahattin nöbette, suya koydum ilaçları afatlansın da çabuk öleyim.
Emine hanım gelmez mi? Oturdu gitmek bilmez. O kadar severim onu da sobanın
üstünde çay vardı ikram etmedim. Hiçbir şey yemeden içmeden gece yarısı
Sabahattin gelene kadar oturdu, sonra kalktı gitti. Afatı geçen ilaçlar da
çöpe. O gece geçtim Sabahattin’in karşısına, “sana çocuk gerek, ben gibi
hastalıklı bir karı değil, iznim var, boşa beni al başkasını” dedim. Beni benim
sandığımdan fazla sever imiş, katiyen kabul etmedi. “Bana çocuk değil, ocağını
benim için terk eden has karı gerek” dedi. Ah, o zaman gözlerimden boşanan
yaşlar hem Sabahattin’eydi hem kaderime. Anlamıştım ki Allah almadıkça bu canı
o yaşarken ben ölemem.
Beraber ölen karı kocalar var, biri ölünce peşinden öbürü
çok değil bir iki hafta sonra ruhunu teslim ediyor. İstemedi Cenabı Allah’ım,
vardır bir hikmeti deyip ömrü bitirmeyi bekliyorum işte.
Muğla’dan köye dönüş yaparken çekti beni bir kenara Emine Hanım,
“kızım, gidiyorsun, artık gözüm üstünde olamayacak, bir delilik yaptığını
duyarsam kahrolurum” deyip o geceyi anlattı. Meğer bir gece önce beni rüyasında
aynen görmüş, aynen öyle. İlaçları suya koyduğuma kadar. Mahsus gelip oturmuş,
beni oyalamış. Ermiş gibi kadındı rahmetli. Sabahattin’den sonra en çok
özlediğim. Öldüğünü duyduğumda yaşamayacak üçüncü çocuğuma hamileydim. Üçüncü
aydan sonra hep yattığım için gidemedim cenazeye. Doktor izin vermediydi ama,
ben bir kere daha şansımı denemekte ısrar ettim. İsyandı, iyi bir şey değildi
elbet ama, kendime söz geçirmek ne mümkün.
Bitmez benim isyanlarım, nasıl bitsin? Sebep aramak gerek mi? Şimdi yalnızlık işte en beteri. Ömür
bitirmeye başladığımın otuz dokuzuncu günü yine bozdum kafayı, kıyıdaki
balıkçılardan kayıklarını bağladıkları ipten aldım, hazır edip astım
samanlıktaki tavan tahtasına. Tam boynuma geçirdim, bir ses: “yapma”. Allah
Allah, olamaz ki. Bu Sabahattin’in sesi. Peki nerede? Sağa sola, yanıma yöreme
bakıyorum, yok. Çıkardım ipi boynumdan başladım onu aramaya, bahçedeki kümese
kadar. Bulamadım, oturdum bir taşa ağladım, ağladım. Gözlerimde yaş kurudu. Ah
Sabahattin dedim, yapmayacaktın, istemiyor musun beni, yanına gelmemi. Yoksa imamın
dediği gibi hurileri mi buldun, muhabbeti benden tatlı?
Al işte, yaş otuz beş. Aslına bakarsan yüz beş. Yan yana
durunca şu Aysel’le aynen böyle.
Oooof, offff.
Zorla getirdiler buraya da, açılırmışım. İçim sıkılıyor, daralıyorum,
pencere kenarına geçeyim bari. Haspalar televizyonda evlenme programını
bekliyor, eğlenmek için. Millet evlenecek biz eğleneceğiz he mi? Çayı da
bekletiyorlar ocakta katran olana kadar, neymiş efendim, program başlayınca
içilecekmiş. Şöyle keyifle, pöh… Salak bunlar, külliyen salak.
Neyse başladı, katran da olsa bari çay içeyim, bisküvi
yiyeyim de ağzım meşgul olsun, aptal sorularına cevap vermekten bıktım
bunların.
“Aaaa, kadına da bak hele. Kırk yedi yaşındayım, evim var,
maaşım var, şartlarıma uygun adam arıyorum, diyor kıız”, dedi Aysel. “Ne yapacak
bu kadın adamı? Rahat mı batıyor kıçına”
Ay güleceğim, dayanamadım: “Ne mi yapacak? Hiç kafan
çalışmıyor kız Aysel, kaktırmağa arıyor adamı ne olacak?” dedim. “Şehirli karı
bizim gibi çifti çubuğu mu bekleyecek?”
Odanın içinde Aysel dışındakilerin gözleri büyüdü bana
bakarken. Yüz elli dokuz gündür ilk defa güldüğümü görüyorlardı çünkü. Aysel’in
aklı televizyonda adam arayan kadında hâlâ soruyor: “Aletirik alamıyorum diyor
Binnaz abla, o ne ki, cereyanla ne yapıyor bu kadın?”
Çıldırtır bu Aysel adamı. Köy yeri anladık ta bu kadar mı
cahil olur insan?
“A kızım, bir kere dinle bir daha sorma e mi? İyi kakıyor mu
kakmıyor mu, onu merak ediyor işte” deyince hepsinin göbekleri çatladı
gülmekten.
O salak Aysel bir de akıl vermez mi? “Binnaz abla, bu kadın
kırk yedi yaşında adam ararken sen otuz beşinde öte dünyayı arıyorsun. Yazık
sana.”
Gülümsemelerim geldiği gibi gitti. Hışımla fırladım
yerimden.
“Herkeste yolun yarısı, Binnaz ‘da yolun sonuuu” diye
bağırıp çıktım evden.
Aaah, Sabahattin ah. Ah Allah’ım ah.
Yorumlar
Yorum Gönder