TÜY GİBİ HAFİF



Güzel bir hafta sonu geçirdim, daha doğrusu güzel bir cumartesi günü.

Pazarımda değişiklik yok, evde olunan her pazar gibi oğlumla kahvaltı, ev işi ve illaki muhasebe:)

Cumartesi sabahı derneğimizin (MMMBD-Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği) futbol turnuvası açılış kokteyli ve açılış maçları vardı. Üsküdar şubesi olarak ev sahibiydik, Beylerbeyi'ndeki Şampiyon Halı Saha tesislerinde buluştuk diğer ilçe meslektaşlarımızla. Tabi ki meslek örgütümüzün yöneticileri de bizimleydi. Keyifli sohbetler eşliğinde çay kahve içtik, Üsküdar'ımızın ikramı karabuğday salatası yedik. 

Maçlara kalamadım ben, Tahtakale'de işim vardı erken çıktım. Genellikle Marmaray'la gittiğim Eminönü'ne vapurla gitmeyi tercih ettim bu kez. Çünkü İstanbul'dan ayrı kaldığım sürede en çok vapura binmeyi özledim. On beş dakikalık kısa yolculuk boyunca pencereden dışarıyı seyrettim bol bol.

Eminönü'ne indiğimde gördüğüm kalabalığa şaşırmamam lazımken vallahi şaşırdım. Hele Mısır Çarşısı'nın çıkış kapısıyla karşı karşıya olan Kuru Kahveci Mehmet Efendi dükkanının olduğu dört yol ağzında tıpkı bayram arifelerinde olduğu gibi kilit olmadık mı bir sürü insan? Allah'ım nereden girdim ben buraya elimde de büyük alışveriş poşeti, sıkış tıkış, kıpırdamanın imkanı yok. Kadının biri, "Ayy bayılıyorum ben imdaaat" diye bağırınca hemen yan dükkândan bir adam su uzattı sağolsun, içince açılır gibi oldu kadın. Birileri, "Yukarı bakın yukarı, yere bakmayın." , bir yabancı adam, "Pardon, pardone, pardonemua." diye bağırıyor. Eski tecrübelerimi hatırlayarak sakin kalmaya çalıştım, ağır ağır ama çok ağır açıldı kilit. Aşağıda peynircinin olduğu bir yer var orada rahatladık çok şükür. Oysa yukarıdan gidebilirdim gideceğim yere tutup Mısır Çarşısı'nın o kapısından geçesim geldi, kısmet diyelim.

Tahtakale'yi eni konu dolaştım boydan boya ana caddeyi yürüyüp neredeyse her dükkâna girdim. Hiç aklımda olmayan bir iki şey aldım. Üst caddedeki toptancı pasajlarına aradıklarımı bulurum umuduyla girip çıktım maalesef bulamadım. En son artık dönüşe geçeyim derken karnımın acıktığını fark ettim. Orada mı burada mı yiyeyim derken bir simitçi çarptı gözüme. Aslında simitçi tezgahı kaynıyordu ortalık da benim gözüm bu amcaya çarptı. "Kaç lira?" diye sordum, beş liraymış. "Taze abla, yeni geldi, kendin seç." deyince gözüme kestirdiğim bir tanesini elime alıp parasını verdim ve hemen yemeğe başladım. Nasıl özlemişim bu simidi, çıtır çıtır. Elimde poşetler hem yiyorum hem etrafıma bakınıyorum; insan kalabalığının içerisinde tam bir köyden indim şehre halindeyim. Sanki doğma büyüme bu şehirli değil gibi hissediyorum. Şaşkın, yorgun ama bir o kadar mutlu...

Dönüşte yine vapura attım kendimi. Bu kez alt salona geçtim ve solda pencere kenarı bir koltuğa oturdum. Ben yine dışarı bakarken yanım yörem dolmuş. Karşımdaki kadının konuşmasıyla başımı çevirdim. Tekerlekli sandalyede oturan engelli genç kızı göstererek "Vah vah pek de güzelmiş, süslü püslü de." diyen kadına kızın yanında oturan anne ve babası, "Hep evde kalmasın, sıkılıyor diye gezdiriyoruz arada bir." dedi. Kadın da, "O da can, o da can, vah zavallı  ne yapsın?" dedi. Yani kız sanki uzaydan gelme bir yaratık gibi muamele görmesi bir yana bir de yanında bu sözlere maruz kaldı. Anlayıp anlamadığını bilmiyorum ama önemi var mı? O elbette bir can, hepimiz gibi, hepimizden daha can.

Onlar konuşur ve ben onları dinlemeye devam ederken birden bir müzik sesi geldi kulağıma. Ortadaki oturma yerlerinde tam karşı çaprazımda bir genç kız şarkı söylüyordu. Ama nasıl duru bir ses ile. Karşısında da genç bir adam gitarla eşlik ediyor ona. Bir an bambaşka boyutta dolaşmaya başladım. Her şey silindi kafamda. Sakin ama güçlü, duru ses o kadar iyi geldi ki bana. İkinci şarkı bitmek üzereyken vapur da iskeleye yaklaştı. Çantamdaki tüm bozuklukları toparladım, selâmımla birlikte verdim onlara.

Vapurun iskeleye yanaşmasını ayakta beklerken kendimi tutamayıp şarkıyı mırıldanmaya başladım. Farkında değilim sesim o kadar da mırıl mırıl değilmiş, insanlar bana bakıyordu. Amaaan, baksınlar dedim, böyle güzel bir cumartesi akşam üzerinde canım ne isterse yapasım vardı, devam ettim iskeleye inene kadar. 

Hava güzel, kafam güzel, içmeden sarhoş vaziyette ofise yürüdüm. Alışveriş poşetlerini bıraktım, bir iki sohbetten ve bir fincan kahveden sonra çıktım. Sırada kız kardeşimde akşam yemeği ve cimcime torunu görmek için Ümraniye metrosu vardı. Metro da çok kalabalıktı, ayakta yolculuk yaptım. İndiğimde hava artık kararmıştı ama benim içim çok aydınlıktı. Harika bir akşam oldu, kız kardeşimin muhteşem yemekleri ve durmaksızın konuştuğum sohbetler. 

Gece yatağıma uzandığımda tüy kadar hafiftim. 

Seviyorum bu hayatı ben!




Yorumlar

Popüler Yayınlar