DÜŞ PATİKASI İLE DERNEK GEZİMİZ

 


Bulgar Kilisesi (Demir Kilise, Stefan Steve)

İstanbul'u gez gez bitmiyor. Bu cumartesi yine yollardaydım. Daha önce defalarca turladığım Fener ve Balat semtlerini bu kez Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneğimizin Üsküdar Şubesi ile Düş Patikası Turizmin rehberliğinde gezdik. Görmediğim yerler vardı elbette, dedim ya bitmiyor İstanbul. Bu gezinin benim için büyük kazancı artık Kadir Has Üniversitesi olan eski Cibali Tütün Fabrikasını ve Demir Kilise de denilen Bulgar Kilisesini görmek oldu. 
Cibali Tütün Fabrikası ile ilgili 2021 yılının Ağustos ayında yazdığım yazının linkini bırakıyorum buraya. Oldukça detaylı, o yüzden burası ile ilgili detaya bu yazımda girmeyeceğim.

https://nurtendemirel.blogspot.com/2021/08/cibali-tutun-fabrikasi.html

Gezimiz Unkapanı'nın Cibali girişinde, Cibali Tütün Fabrikasının arkasındaki Şazeli Tekke Camii ile başladı. İçeriye girilmiyordu, dışarıda rehberimizin anlattıklarını dinledik. Cami, 18.yüzyıl sonlarında veya 19.yüzyıl başlarında Ahmet Halil ağa adında bir hayırsever tarafından tekke, mescit, tevhidhane olarak yaptırılmış. Şazeli Tarikatını İstanbul'da temsil eden ilk tekke imiş. Tarikat, Hacı Bektaşi Veli dergahında Şeyh Şazeli'ye dayanıyor. Bu şeyhin kahve ile ilginç bir ilişkisi var. Kahveyi ilk olarak Arabistan'daki Moka'da bulan kişi. Bu tarikat Osmanlı içerisinde oldukça yaygınlaşınca kahve de bu yolla Osmanlının hüküm sürdüğü tüm coğrafyaya yayılmış. Avrupa dahil. Eski İstanbul kahvehanelerinin duvarlarında bu şeyhin sözleri asılı olurmuş. "Her seherde besmele ile açılır dükkanımız, Hazreti Şazeli'dir pirimiz üstadımız." 
Kahvenin tarihi ile ilgili ne çok şey okudum ama bunu bilmiyordum. Bu şeyh ile ilgili birçok bilgiyi rehberimizden dinledikten sonra yolumuza devam edip eski Cibali Tütün Fabrikasının önüne geldik. Bahçede genel bilgileri aldıktan sonra Rezan Has Müzesinin kapısından içeri girdik. Müze ilk kez Mayıs 2007'de açılmış. 2009 yılında Cibali Tütün Fabrikasının belge ve objelerini de bünyesine katarak koleksiyonunu zenginleştirmiş. Tütün fabrikasına ait birçok belge ve fotoğraf var. Üretilen sigaralar, kullanılan makineler, tütün yaprakları, tütün denkleri vs. Müzenin altında 17.yüzyıla tarihlenen bir Osmanlı hamamı ve onun da altında 11.yüzyıla tarihlenen bir sarnıç var. Yani tarih üzerine kurulu bir tarih var burada.
Sonraki durağımız Cibali evleri ve bunların en önemli olanı usta yazar Orhan Kemal'in eviydi. İşte bunu görmeyi çok istiyordum. Ara Güler usta tarafından çekilmiş, Cibali'nin yoksul, çamurlu sokaklarındaki şık fotoğraflarına o kadar çok bakmıştım ki. Tabi ki evin içine girilmiyor, çünkü yazarın ailesi ne kadar uğraştıysa bu evi alıp müze haline getirememişler, içinde oturan var. Kapısının yanına bir tabela asılmış Orhan Kemal'in bir dönem oturduğu ev olduğu hakkında. 
Cibali bölgesinde, Küçük Mustafapaşa Hamamı ile Aya Kapı Hamamını uzaktan ve eski bir kiliseden çevrilmiş Gül Baba Camiini de içeriden gördükten sonra Cibalikapı'daki ünlü Cibali Karakolunun önüne gelip fotoğraflar çektirdik.
Sonrasında Fener'e doğru yürürken yol üzerinde bulunan Aya Nikola (Noel Baba) kilisesine girdik. Ayin henüz bitmişti, biraz bekledikten sonra içeri aldılar bizi. Aya Nikola, denizcilere ve Noel zamanında daha ağırlıklı olmak üzere tüm zamanlarda fakirlere yardım etmesi ile ünlenmiş biriymiş. Aya Nikola’nın Noel baba kimliğini edinmesinin hikâyesi de oldukça ilginç. 1930’lu yıllarda dünyada ve Amerika’da yaşanan krizin ardından satışlarını artırmak isteyen Coca Cola firması Aya Nikola’yı sevimli bir ihtiyara dönüştürüyor ve bunu bir pazarlama stratejisine çeviriyor. Yani bugün Noel Baba’nın kıyafetlerinin kırmızı – beyaz olmasının sebebi aslında Coca Cola reklamını yapmaktan kaynaklanıyor.
Yolumuzun üzerindeki anıtsal girişli Maraşlı Rum Okulu ve bunun karşısında yer alan zengin bir Rum tüccarın üç kızı için yaptırdığı, günümüzde otel olarak kullanılan evleri uzaktan gördük.
Fener eskiden daha çok Rumların Balat ise Yahudilerin yaşadığı semtler. Tabi ki keskin olarak ayrılmış değil, Türk ve Gürcüler de yaşıyormuş aralarında ve muhteşem bir komşuluk, hoşgörü varmış. 'İstanbul'un İkiz Kardeşleri, Fener ve Balat' başlıklı bir yazı okudum dün. Çok yakışmış bu başlık, bayıldım. 
Ünlü Ortodoks Patrikhanesine gitmeden önce Fener sokaklarında yemek molası verdik. Burası daha çok  kafeleri ile ünlü bir yer artık. Güzel lokantaları da var. Yaklaşık bir saatlik molanın ardından 6. Yüzyıldan itibaren Hristiyanlık âleminin önemli bir kesimini oluşturan Ortodoksluğun da merkezi olan İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesine geldik. Rum Ortodoks kiliseleri üzerinde simgesel bir otoritesi olan İstanbul patriği, 6. yüzyıldan beri “Ekümenik Patrik” sıfatıyla dünyadaki tüm Ortodoksların ruhani lideri kabul ediliyor. Geniş bahçesini ve içerisini gezip bilgilendikten sonra Fener'in tepelerine tırmandık. Evet, tam tabiri ile tırmandık. Öyle dik ki yokuşlar inanılır gibi değil, bırakın çıkmayı inmek bile zorluyor insanı ama azimle çıktık ve indik. Önce Dimitri Kantemir Kültür Merkezi olan yapının bahçesinde gezinerek rehberimizin anlattıklarını dinleyip fotoğraflar çektik. 
Dimitri Kantemir ya da Kantemiroğlu, Osmanlı Devletine bağlı Boğdan eyaletinin beyi, Rumen asıllı tarihçi ve yazar, İstanbul'da yaşadığı süre boyunca Klasik Türk müziğine büyük katkılarda bulunmuş müzik uzmanı. Şu anda yazımı yazarken onun bestelerini dinliyorum. 
Buradan sonraki durağımız Moğolların Meryemi Kilisesi, diğer adıyla Kanlı Kilise idi. Bir Ortodoks kilisesi olan yer İstanbul'da Osmanlı döneminde camiye çevrilmeyerek Rumların ibadetine bırakılmış Bizans döneminden kalma tek kiliseymiş. İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildikten sonra Fatih tarafından verilen üç günlük yağma sırasında özellikle Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmaların yaşandığı rivayet edilir. İstanbul’un en dik yokuşu sayılan bu kilisenin civarında bolca akan Ortodoks kanı Haliç’e karışmış ve bu nedenle kilisenin bir diğer ismi Kanlı Kilise olarak kalmış. Yüksek duvarların arkasında kalan kilise, genellikle halka açık değilmiş ama biz rehberimizin sayesinde girip gezdik burayı. 

Ve gezinin en göz alıcı mekanı Özel Fener Rum Lisesine geldi sıra. İstanbul'un 5.tepesi olarak bilinen yere 1883 yılında taşınmış olan okulun bir diğer adı da Kırmızı Mektep. Aslında okulun tarihi İstanbul'un fethinden önceye gidiyor. Fetih öncesinde Patrikhane Akademisi adıyla hizmet vermiş. Erkek öğrencileri kabul eden bir okulken cemaatin azalmasıyla öğrenci yokluğundan aynı sokaktaki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi ile birleştirilip karma eğitime dönmüş. Dik mi dik bir yokuştan sonra okulun kapısına varıldığında yine aynı diklikte bir sürü basamak çıkmak gerekiyormuş içeri girmek için. Biz tabi ziyarete açık olmadığı için dışarıdan gördük. 
Artık Balat'a doğru geliyorduk. Burada, uzaktan gördüğümüz Kudus Patrikhanesine bağlı Meryem Ana kilisesi, Yanbol Sinagogu, Çana Sinagogu, Tahta Minare Cami, Hızır Çavuş Cami, Ahrida Sinagogu, Ermeni Okulu ve Surp Hıreşdagabet Ermeni Kilisesi’nin hikayelerini dinleyip sahile çıktık. 
Gezimizin son durağı olan Bulgar Kilisesine diğer adıyla demir Kiliseye geldik. Aslında resmi adı Stefan Steve Kilisesi. 

O dönemde İstanbul’daki Ortodoks kiliselerinde Rumca ayin yapılmaktadır. Bu nedenle İstanbullu Bulgarlar kendi dillerinde ayin yapabilmek için Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise kurmak isteseler de Patrikhane Bulgarların bu isteğine karşı çıkar.

1849’da Osmanlıdaki Bulgar cemaatinin ileri gelenlerinden ve o dönemde milletvekili olan Stefan Vogoridis, Bâb-ı Âli’den bir kilise yapılması için izin alır. Kilisenin yapımı için de ikisi kâgir, biri ahşap üç bina ve geniş bir avlusu olan 25 odalı evini hibe eder. Demir Kilise olarak da bilinen Sveti Stefan Kilisesi, aynı zamanda asırlardır Rum Ortodoks Kilisesi’nin boyunduruğunda yaşamış ve her türlü asimilasyona maruz kalmış olan Bulgarların bağımsız kilise olmalarının bir sembolü olacaktır. İlginç olan, Rum ve Bulgar Kiliseleri arasındaki ayrılık, yani aforoz 73 yıl sonra 22 Şubat 1945’te kalkar.

Kilisenin projesi ünlü Ermeni mimar Josef (Hovseb) Aznavur tarafından yapılmıştır. Avusturya’da Vagner firmasına yaptırılmış olan tümüyle sökülebilir olan kilise ilk olarak firmanın bahçesine kurulmuş daha sonra sökülerek Tuna ve Karadeniz yoluyla İstanbul’a getirilip, ağaçtan yapılan kazıklar Haliç’e çakılır. Arşiv belgelerine göre kilisenin açılış günü 20 Eylül 1898’dir.

Evet, gezinin son durağını da bitirdikten sonra yine Fener'in sokaklarındaki bir kafede oturup çay kahve içtik. Birçok arkadaşımız ayrı yönlere gitmek üzere dağıldı. Biz Üsküdar'dan Eyüp'e gidiş geliş yapan Haliç vapurunun sefer saatlerini öğrenip Fener İskelesine geçtik, Kasımpaşa ve Karaköy iskelelerine de uğrayan vapurumuzla çok keyifli bir yolculuk yaparak Üsküdar'a ulaştık. 

Bu geziyi düzenleyen MMBD (Mali Müşavirler Muhasebeciler Derneği) Üsküdar Şubemizin başkanı Ali Önder Biter ve yönetimine, harika rehberliği için Düş Patikası Turizm şirketinden Bahçeşehir Üniversitesi öğretim görevlisi Levent Kaya Ocakaçan beye ve yardımcısı Berna hanıma teşekkür ediyorum. Meslektaşlarımızın yoğun iş yaşamına kısacık bir ara verip soluklanmasını sağladıkları için. 

İstanbul gez gez bitmez. Bu şehirde yaşıyorsak hakkını vermemiz gerekir. Bunun için de sıklıkla bu tür kültür gezilerine katılmalıyız. 
Orhan Kemal Evi

Cibali Tütün Fabrikası

Cibali Karakolu

Cibali Tütün Fabrikası

Cibali Tütün Fabrikası

Cibali Tütün Fabrikası

Cibali Tütün Fabrikası

Dimitri Kantemir Kültür Merkezi

Fener Rum Lisesi

Gül Camii

Patrikhane (Aya Yorgi Kilisesi)


Yorumlar

  1. Çok güzel çoook 👏👏💕👍

    YanıtlaSil
  2. Nurten hanım sizi ne kadar özlemişim :) selam ve sevgilerimle gülçinnur.blogspot

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gülçin hanım merhaba,
      Sizi görünce o eski günleri ne kadar özlediğimi fark ettim. Blogunuza baktım, ağustos 2021 de yazmışsınız en son. Ben de eskisi gibi yazamıyorum iş yoğunluğundan hatta kimseyi okuyamıyorum neredeyse.
      Sevgiler, selâmlar.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar