BÜYÜKDERE MEYVE ENSTİTÜSÜ, SUAT DERVİŞ ve İBB


Ağustos ayının yirmi beşinde yani tam bir ay önce Üsküdar'daki Tekin Yayınevi'nden aldığım SUAT DERVİŞ'in RÖPORTAJLAR kitabını okuyorum ara ara. Kitabın alt başlığı ÇÖKEN İSTANBUL.

Gazeteci Pınar Öğünç'ün "Kalpli, beyinli bir kayıt cihazı" dediği Suat Derviş'in 1935-1937 yılları arasında gazetelerde yayınlanan röportaj dizileri, kitabın arka kapağında yazdığı gibi İstanbul'u ve İstanbulluları merkeze alarak bizi karanlık, yoksul ve hasta bir şehrin sokaklarında gezdiriyor.


Bu röportajlar dizisi yedi bölümden oluşuyor:

-İstanbul Halkı Nerelerde Oturur?

-Düne Nazaran Nasıl Yaşıyoruz?

-Acı Bir Anket: Veremlilerle Konuştum.

-Günü Gününe Yaşayanlarımız.

-Çöken Boğaziçi.

-İstanbul'un Altında Kimler Yaşıyor?

-Beyoğlu.

Suat Derviş, Osmanlının son yıllarında doğmuş, Cumhuriyetin kuruluşuna, dünya savaşlarına tanıklık etmiş bir yazar. Varlıklı burjuva bir aileden gelmesine karşın ülkesinin halkını ve yoksulluğu tanımasıyla ilk yazarlık yıllarında yazdığı aşk temalı romanları yazmayı bırakıp gazetecilik ve sosyal içerikli romanlar yazmaya başlıyor. Devrimci kişiliğini geliştiriyor. İşte bu röportajlar o dönemin başlangıcının ürünü. Geçtiğimiz aylarda Dalaman'da iken Liz Behmoaras'ın 'Suat Derviş, Efsane Bir Kadın ve Dönemi' adlı biyografi kitabını alıp okumuştum. Yıllardır adını duyup kendiyle ilgili fazla bilgimin olmadığı bu müthiş kadını tanıyınca haliyle kitaplarını da alıp okumak istiyor insan. Edebiyatla ilgili olanların dahi onun hakkında fazla bilgiye sahip olmamasının sebebi unutturulmaya çalışılmış. olması. Malum sebeplerden (!) En bilinen romanı ünlü Fosforlu Cevriye'dir.

Röportaj dizisinde en keyifle okuduğum bölüm 'Çöken Boğaziçi' oldu. Boğaz'ın iki yakasında adım adım sokak sokak gezerek yaptığı gözlem ve söyleşiler benim için nefis bir okuma şöleniydi. 'Çöken Boğaziçi' bölümünde en beğendiğim kısım ise 'Eski Boğaziçi'nde Yeni Bir Müessese: Büyükdere Meyve Enstitüsü' oldu. 

Boğaziçi'nde arkadaşlarıyla otomobil ile giderken gördüğü güzellik karşısında büyülenerek birdenbire şoföre durmasını söyleyip iner ve burayı gezmek ister. Burasının Belediyenin Büyükdere Meyve Enstitüsü olduğunu öğrenir. Arkadaşlarıyla beraber Enstitünün demir parmaklıklı kapısında içeri girerler. Bir hademe sonra bir genç kadın tarafından karşılanıp buranın Muhasibi olan Cemal Bey ile tanıştırılıyorlar ve onun rehberliğinde Enstitüyü gezip bilgileniyorlar. 

Cemal bey onlara diyor ki:

"Dört seneden beri açılan enstitümüzün gayesi, memleketin köylü çocuklarına fenni meyvecilik öğretmektir. Bunun için buraya tercihan köylü çocukları alıyoruz. Bunlar toprakta çalışıyorlar. Budama, aşı, meyve toplama, meyve kurutma ve ambalaj öğreniyorlar. İstediğimiz şey bu gençlerin bütün bu müfit ve pratik bilgiyi öğrendikten sonra köylerine dönmeleri ve burada öğrendiklerini orada tatbik ederek hem başka köylüleri tenvir etmeleri hem de kendileri bilgileri sayesinde memlekette meyveciliği inkişaf ettirmeleri. Fakat bu arzumuz henüz tamamıyla yerine gelmiyor. Talebelerimiz arasında hepsinin köye dönmesine imkan olmuyor. Çünkü bahçıvan isteyenler var ve onlar da bahçıvanlığı tercih ediyorlar. Dört senedir çalışmaya başladığımız halde şimdiden fidan ve meyve satmaya başladık. Ve en fazla da köylülere satıyoruz. Buyurunuz size bahçeyi ve mektebi gezdireyim" 

Bahçede, ağaçların arasındaki tek katlı binada meyvelerin saklandığı depoyu geziyorlar. Sonra başka bir benzer binada meyve kurutma makinelerini görüyorlar. Daha sonra ise bahçenin diğer tarafındaki okula gidiyorlar. Derslikler, yazıhaneler, yemekhane, yatakhane ve duşları geziyorlar. Kadronun kırk kişiye kadar izni olduğunu ancak şimdi altısı kız olmak üzere otuz talebenin olduğunu söylüyor Cemal bey. 

Tekrar bahçeye çıktıklarında bir genç kızla karşılaşıyorlar. Onlara:

"Ben İstanbulluyum, Fatihliyim, ilk mektep mezunuyum. Bostanlarımız, bahçelerimiz var. Erkek kardeşlerim de var ama bahçeciliği ben merak ettim. Mektebi bitirir bitirmez oraların idaresini ben elime alacağım. ...Buradaki hayatımızdan çok memnunuz, mektebimiz cennet gibi, temiz hava, her gün güneş ve güzel bir iş." diyor.

Suat Derviş de bu kısmı anlattığı yazısının sonunda şöyle diyor:

"Hakikaten çok güzel ve memleket için faydalı bir müessese. Bizim istediğimiz yalnız Boğaziçi için değil, memleketin dört bucağının memleket halkına, memleket çocuklarına müfit olmak gayesiyle imar edilmesidir. Bunu yapmayı düşünmüş, bunu başarmış olanlar ve bunu bu kadar güzel idare edenler hakikaten büyük takdirlere layıktırlar."

Enstitünün eğitim biçimi size bir şey hatırlatıyor mu?

Bunu okumamın üzerinden iki gün geçmişti ki Twitter'da takip ettiğim İBB TV'nin bir paylaşımına denk geldim. 

'İBB, 1928'de Atatürk tarafından kurulan Büyükdere Fidanlığını yeniden faaliyete geçiriyor.

Büyükdere Fidanlığı ve Bahçıvanlık Okulu ile İstanbullular yeni bir aktif yeşil alan daha kazanacak.'

Böyleydi paylaşımın başlığı. Videoyu izlemeye devam ederken bu tesadüfe şaşırdım. Benim iki gün önce okuyup varlığından haberdar olduğum ve keşke tekrar açılsa dediğim yerdi burası. Üstelik Bahçıvanlık Okulunun yeniden faaliyete geçirileceğini de açıkladılar. Ayrıca kütüphane, kafeterya ve kreş gibi fonksiyonlar eklenecekmiş. Atalık Tohum Üretim Merkezi de varmış. Ah! dedim, ne kadar güzel. Hep böyle güzel tesadüfler olsa hayatta. 

Tesis tamamlanır tamamlanmaz oradayım inşallah.

   



Yorumlar

Popüler Yayınlar