DALAMANLI MİSAFİRLERİMLE İSTANBUL GEZİSİ


Evvelki hafta Dalaman'dan misafirlerim vardı. Sibel ve annesi canım Jale teyze geldiler. Perşembeden Pazartesiye onlarla birlikteydim. Pazar sabahı da sevgili Ayşe gelince tamamlandık. 

Sibeller iki yıl önce Dalaman'a yerleştiler, Ayşe de komşuları, Dalaman'ın yerlisi. Biliyorsunuz ben de  iki yıla yakın kaldım orada. Ayşe ile ben de komşu sayılırdım ve çok sevdim onu. Sıcak, samimi ailesi ile bana da kucak açtılar. 

Sibellerin İstanbul'a geliş nedenleri Cumhuriyet'in 100.yılı kutlamalarına eskiden olduğu gibi Erenköy Bağdat Caddesinde katılmaktı. Dalaman'a yerleştiklerinden beri İstanbul'a adım atmayan Jale teyze sırf bu kutlama için burada olmak istedi. Uçağa binmekten korktuğundan Sibel'in kullandığı arabayla yolculuk yaptı. İlk gün Göztepe Parkı'nda buluştuk, sarılıp öpüştük hasret giderdik. İkinci gün Sirkeci'den tramvaya binip Çemberlitaş'a geçtik ve Şerefiye Sarnıcı'nda daha önce kısa gösterimini izlediğimiz ışık gösterisinin uzun gösterimini izledik. Sonra Sultanahmet ve Selim Usta'da köfte. Jale teyzenin kardeşi Füsun abla da Selim Usta'da bize katıldı ve harika bir öğle yemeği sonrası Sultanahmet'te kısa bir tur yapıp Gülhane Parkı'ndaki Beltur Kafeye gittik. İçeceklerimizi bitirip dinlendikten sonra ise hepimiz evlerimize gitmek üzere ayrıldık. 

Daha bir önceki hafta Sultanahmet'teydim. Bunaldığım bir gündü ve kendimi oraya atarak huzur buldum. Selim Usta'da da kendime bir ziyafet çekmiştim. Bu kadar kısa zamanda tekrar geleceğimi düşünmemiştim ama çok iyi geldi. Hiç fark etmiyor bana, istersem her hafta gideyim hep aynı huzur aynı dinginlik. Eskiden olduğu gibi. Gerçi eskisi gibi değil artık tabi, inanın her yer Arap vatandaşı dolu. Gözünüzün gördüğü her yerde onlar var. Gerçekten kendinizi şehrinizde yabancı hissettirecek kadar. Üstelik küstah ve görgüsüzler, yerlere çöp atmalar, sıraya girmeyi reddetmeler vs. Dayanamıyorum artık, direkt müdahale ediyorum ama dinleyen kim. Metroda, Marmaray'da dip dibe yolculuk yapmak zorundasın. Esnaf da sanki sadece onlara hizmet vermek için çalışıyor. Geçen hafta eskiyi yad etmek için Sultan Kafe'ye gideyim dedim, baktım artık aynı zamanda restoran olmuş ve hemen tüm masalar Arap turist dolu, çok az da diğer yabancı turist var. Bir kahve içimi oturabiliyor muyum diye sorduğum garson istediğim yere oturabileceğimi söyledi ve uzaklaştı. Fır fır dönüyor masaların arasında, yiyecek taşıyıp duruyor fakat bana bir türlü sıra gelmiyor. Seslenip uyarmama rağmen biraz uzadı yine gelmesi. Sade Türk kahvemi söyler söylemez daha bir dakika bile olmamıştı ki kahve önüme geldi. Şaşırıp hazır kahve mi diye sorduğum genç garson ters ters bakıp, "kahve istediniz ya getirdim işte." deyip gitti. Tekrar geldiğinde, "Meraktan soruyorum eleştirmek için değil, o kadar hızlı getirdin ki hazır mı diye sordum." dedim. Aldırmadı inanır mısınız bakıp gitti. Fesuphanallah! Aradan iki dakika kadar geçmiş ve ben kahveyi yarılamıştım ki gelip, "Başkasının kahvesini vermişim size." dedi gülerek. Artık ben de gülmeye başladım. "Tamam işte ben bir tuhaflık var diye sormuştum zaten. "dedim. Ters başlayan ilişkimiz bundan sonrasında samimi şekilde sürdü. Önümdeki masadan hesabı alırken İngilizce konuştuğu Arap turistler kalktıktan sonra yarım yamalak anladığım cümleleri tamamlamasını istedim. Hayatı sormuşlar ona, nasıl diye. "Hayat berbat, ekonomi çok kötü." dediğini anlamıştım da bir de "Hiçbir şey yapamıyoruz burada, sadece çalış ve karnını doyur." dediğini de söyledi. 

Arada bir evinizden ya da işyerinizden çıkıp İstanbul'u dolaşın arkadaşlar; nereden nereye geldiğimizi göreceksiniz. Bunu  sonu iyi değil, iyi görünmüyor. Kendi şehrimizde yabancılık çok acı. 

Tuhafıma giden bir şey daha var İstanbul'da artık. Nerede bir kadın görsem, genç yaşlı, açık kapalı fark etmiyor, neredeyse hepsinin kaşları estetik müdahaleli. O kadar batıyor ki gözüme. Çok azınınki doğal duruyor, genellikle "Ben estetikliyim." diye bağırıyor adeta kaşlar. Moda mı oldu bu kaş yaptırma Allah aşkına? İnsanlar neden yüzünü bu kadar değiştirme meraklısı? En fenası herkes birbirine benzeyen ucubeler gibi olmuş. Ağustos başında İstanbul'a geldiğimden beri gördüklerimden sonra anladığım, sanki herkes kendini zorunlu hissediyor kaşlarını yaptırmaya. Belki benim anlamadığım bir sebebi vardır bilemiyorum. Yüzüyle, güzelliğiyle para kazananları anlıyorum da sıradan bir kadının ilgi çekmek, kendini kanıtlamak için doğallık düşmanı olmasını aklım almıyor. Neyse dedim ya, benim anlamadığım bir durumdur, vardır sebebi mutlaka. Kadın dedim ama erkeklerden de kaşını yaptıran görüyorum arada bir, o daha ilginç sanki. 

Cumartesi günü yine Göztepe Parkındaydık. Jale teyzenin Halk Eğitim Merkezinden kurs arkadaşlarıyla buluşması vardı. Biz de Sibel'le başka bir masada oturup yiyip içtik, sohbet ettik. 

Son günümüz yani Pazar günü muhteşem güzellikte geçti. Sibel, Dalaman'dan gelen Ayşe'yi Sabiha Gökçen'den aldı, Bostancı İskelesine geldiler, ben de Marmaray ile Bostancı'da inip iskeleye yürüdüm ve Ada vapuruna binip Büyükada'ya hareket ettik. Ayşe Büyükada'yı görmek istiyordu, hava da harikaydı, iki gün önceden programlamıştık bunu. Akşama Bağdat Caddesindeki kutlamaya gideceğimizden zamanı iyi değerlendirmek zorundaydık, o yüzden yürümektense adada artık fayton yerine kullanılan elektrikli araçlara binelim dedik. Otobüs sırası kalabalıktı, taksi tuttuk ve Aya Yorgi'ye çıkan yolun başındaki Lunapark Çay Bahçesinde indik. Elektrikli bu taksilerde İstanbulkart kullanılıyor. Lunapark Çay Bahçesine çıkış 270 lira tuttu. Üç kişi 100 liradan az. Önce birer kahve içtik, sonra Aya Yorgi Kilisesine çıkmak üzere yokuşun başına geldik. Tam yürüyorduk ki, "Taksi, taksi, kiliseye taksi." diye seslenen adamı duyduk. Önce umursamadan yola devam ederken Ayşe'nin dizindeki soruna aklımıza geldi. Kaç para olduğunu sorduk ve 300 lira yanıtını aldık, çok kısa düşündükten sonra binmeye karar verdik. Aslında arkasında sadece iki kişi taşıyabilen aracın öndeki şoför koltuğuna, şoförün yanına ben oturdum, adeta şoförün koltuğunda uçar gibi seyahat ederek kiliseye çıkan son kısa yokuşun başına geldik ve indik. İyi ki oraya kadar taksiyle gelmişiz çünkü o kısa yokuşta bile Ayşe birazcık zorlandı doğrusu. İnanılmaz bir ilk yaşıyorduk, atlara çektirilen eziyeti görerek faytona binmeyi bıraktığımız ve yıllardır hep yürüyerek dolaştığımız adada yürüyüşten başka yol olmadığını sandığımız kiliseye bile taksiyle gelmiştik. Üstelik bu takside motosiklette gibi hissettim kendimi ve şoföre hızını biraz kesmesini bile söyledim. Oysa en çok 30 kilometreye çıkıyordu hızı. Ancak patika yoldaki taşların üstünde seyahat, düşme korkusu yarattı bende ne yalan söyleyeyim. 

Kilisenin bulunduğu tepede güzel bir lokanta kafe var. Her seferinde öğle yemeğimizi burada yeriz. Bu sefer de öyle yaptık. Muhteşem bir manzara karşısındaydık. Keyifli bir sohbetle birlikte karnımızı doyurup taksiyle geldiğimiz yokuştan yürüyerek aşağı indik. Tekrar Lunapark Çay Bahçesi dinlenmesi ve sonra iskeleye kadar yine taksi ile yolculuktan sonra 15:30 vapurumuza binip Bostancı'ya vardık. Artık, akşamki program için daha sıkı dinlenmeliydik. Sibellerin Erenköy'de kaldıkları daireye gidip akşamı bekledik. 

Saat 19:00 da caddedeydik hep birlikte. Muhteşem kalabalık Kadıköy Belediyesinin Cumhuriyet tırını beklerken herkesin ellerinde bayraklar hep birlikte marşlar söyledik. Mağazalardan da yüksek sesle marşlar çalıyordu. Tır geçerkenki coşku anlatılır gibi değildi. En son saygı duruşu ve İstiklal Marşı söylendikten sonra Ethemefendi Caddesinden yürüyerek yine Sibellerin kaldığı daireye geldik. Gece orada kaldım. Çünkü dönüş yolu pek parlak değildi açıkçası. Gelişlerde Marmaray'da yaşanan izdihamdan sonra bunu göze alamadık. İnsanların oraya akın edeceği bilindiği halde ek sefer konmamıştı ve gelen tirenlere binmek imkansızdı. Herkes yürüyordu caddeye. 

Sabah onlar Dalaman'a yola çıktı, ben Üsküdar'a evime geldim, oradan da işe. Çok hareketli bir hafta geçirmiştim, sonraki hafta da çok hareketliydi ve önümüzdeki hafta da öyle olacak. 

Hadi hayırlısı. İstanbul böyle, bunu bilerek döndüm buraya:)











Yorumlar

Popüler Yayınlar