90'LI YILLAR



Son birkaç haftadır çok fazla 90'lı yıllar müzik videosu izledim çeşitli mecralarda. Özellikle YouTube'da. 
Birkaç film izledim bu yılları anlatan. Ne çok özlediğimi fark ettim. O yıllarda aslında ne kadar da mutlu yaşadığımı fark ettim. Bu belki kendi şahsi yaşamım için değildi, hepimiz için öyleydi. 
Yirmili yaşlarımı bitirip otuzlu yaşlarımı yaşamaktaydım, hayalleri geniş, idealleri olan bir kadın bir anneydim. Şimdiki halimden bambaşka bir kadın yani. Çok daha fazla cesur, geleceğe güvenle bakan. 

Hemen her hafta sinemaya bir filme giderdim. Bütçem buna çok müsaitti bir kere, şimdi olduğu gibi filme ödeyeceğim parayı, yiyeceğim mısırın fiyatını falan düşünmezdim hiç. Oscar adayı her filmi seyretmiş olurdum önceden. 
Yine hemen her hafta İstiklal Caddesinde keyifli gezilerim olurdu ister tek başıma ister arkadaşlarımla ya da oğlumla. Önce mutlaka bir sanat sergisi gezerdim, sonra mükellef bir öğle yemeği ve mutlaka Dilek Pastanesinde pasta ile kahve keyfi. Tabi ki giyim mağazaları ile kitapçıları hiç atlamazdım. Ah, o caddede gezerken sürekli çalınan, caddenin sembolü olmuş müzikler, ah ne güzeldi. Müzikleri duyar duymaz ruh halim değişir bambaşka bir havaya bürünür, adımlarım dans ederdi adeta. Hayatın hep böyle müzikal geçeceğini sanır geleceğin çok ama çok daha iyi olacağını düşünürdüm. 
Olmadı, öyle bir döneme denk geldik ki artık hayal bile kuramaz olduk. Yani ben kuramıyorum pek, siz nasılsınız bilemem. 
Belki hayal kuramıyorum, eskisi gibi idealleri olan bir kadın değilim ama değişmedim. Beni dinleyen dinozor diyordur kesinlikle, evet dinozorum onların gözünde belki ama şikayetçi değilim böyle bilinmekten. 
Mina Urgan'ın "Bir Dinozorun Anıları" kitabını okuduğumda kendimi bulmuştum anlattıklarında. Değişmedi hiçbir şey hayatımda. Hayatıma girenler farklı olsa da, vahşi kapitalizmin merkezinde yaşıyor olsalar da ben hâlâ aynıyım. Paranın önemini bilen ama önemsemeyen biriyim. Hayatımdaki insanlar para odaklı yaşıyor; nereden nasıl kazanırım, karşımdakinden ne koparabilirim düşüncesiyle yaşıyor. Hiç böyle olmadım, para benim için hiç birinci sırada gelmedi. Bu yüzden yanıldım, aldandım ama vazgeçmedim duygularımla yaşamaktan. İç huzurumu kaybetmemek benim hedefim. Mutluluğu ancak böyle yaşayabiliyorum. 
Ne olacak ki gardırobumda düzinelerce giysi olsa, evimin eşyaları son model olsa, ne olacak? Kanıksamayacak mıyım çok kısa sürede bunları? Ve sonrasında yenilerine sahip olmayı istemeyecek miyim?  Neden? Ne faydası var? Varsın eski olsun giydiklerim ya da evimdeki eşyalar ama yeter ki kalbim huzurlu olsun. 
Son zamanlarda değerli isimlerin bir bir hayatını kaybettiğini okuyoruz. En son Can Gürzap'ı kaybettik. Onlarla birlikte hayatımızda oluşan boşluk öyle büyük ki. Çünkü biliyoruz yerlerine aynı kalitede insanların gelmesi çok zor. Bugün marketten alışveriş yaparken BAVUL dergisine denk geldim gazete dergi reyonunda. Öyle harika bir fotoğraf vardı ki kapağında ve Sezen Aksu'nun bir şarkısında söylediği "Hani Eski Bir Resme Bakarken" yazıyordu başlığında. Alıp evime getirdim dergiyi, fotoğrafa uzun uzun baktım, oradaki yedi kişiden beşi artık yaşamıyordu. Emel Sayın, Tarık Akan, Münir Özkul, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Halit Akçatepe nasıl güzel gülmüşlerdi. Şimdi artık öyle gülüşler yok, yok maalesef. 
Ne zaman güleceğiz yine böyle? 
Umudumu hiç kaybetmedim ama...
Yirmi küsur yıldır çöp olan bir sürü eğitim müfredatı ile yetişen, ellerinde telefon olmadan yaşayamayan kuşaklarla bu çok zor. 
 
Yanılıyor olmayı çok istiyorum. 

Gezi hareketinden, bombalardan sonra gidilemeyen İstiklal Caddesi var artık hayatımda. Kırk yılın başı Çiçek Pasajı'na, Nevizade'ye, İnci Pastanesi'ne gittiğimde hissettiğim şey büyük bir burukluk ve hatta korku.
Ne zaman korkmadan gideceğiz yine buraya?
Ne zaman son bulacak bu bozuk düzen? 
Ne zaman yine harika şarkıları mırıldanıyor olacağız geçim sıkıntısı, çocuklarımızın geleceği kaygısı taşımadan? 

Yorumlar

  1. Bloğunuzdan biraz geç haberim oldu. Hüseyin Güzel Öğretmenimizin izlediği bloglar arasında, "algıda seçicilik" gibi oldu adeta. Sanırım aramızda yaş farkı olsa da aynı kuşaklardanız.
    O kadar ortak noktada, ortak düşüncede buluşuyoruz ki. Mina Urgan'ın kitabı altını çizerek notlar alarak okuduğum bir başucu kitabı gibiydi. Özlemler, beklentiler, umutlar ne kadar değişime uğrasa da henüz tükenmedi.
    İstanbul'da üniversite yıllarımı hatırladım. Sanatçılar, müzikler, şarkı sözleri, tiyatro oyunları, filmler bir başkaydı. Beyazıt'ta Sahaflar ve Kapalıçarşı'yı da çok severdim.
    Bavul Dergisini ilk kez duydum, arayacağım. Bir öğrencim Oksijen' Dergisinden söz etti.
    Selam sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Makbule hanım.
      Hüseyin Güzel hocamızın sayesinde tanışmak çok mutlu etti beni.
      Öncelikle teşekkür ederim değerli yorumunuz için.
      Blog sayfanızı dolaştım biraz. Gerçekten buluştuğumuz ortak noktaların olduğunu gördüm. Hep öğretmen olmak isteyip bu hayalini gerçekleştiremeyen biri olarak bir öğretmen arkadaşımın daha olacağına sevindim.
      Yıllarca Cağaloğlu'nda çalıştığımdan en sık gittiğim ve çok keyif aldığım yerlerden olan Sahaflar Çarşısı ve Kapalıçarşı'yı sizin de seviyor olmanız ne güzel.
      Bavul Dergisi güzeldir, alırım ara sıra yıllardır. Oksijen Gazetesini ise duydum elbette ama hiç okumadım. Denemek iyi olabilir diye düşünüyorum:)
      Benden de size çok selâm ve sevgiler.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar