ESKİ BİR DOST GİBİ
Her hafta yeni ve başka bir heyecan duymak ne güzel!
Şu sıralar hemen her hafta heyecanlanacak, coşkulanacak yeni bir şey çıkıyor karşıma ve çok mutlu hissediyorum kendimi.
Salı günü Taksim AKM'de bir işim vardı, bitirince Metro'ya Şişhane istasyonundan binmeye karar verdim. Böylece İstiklâl Caddesi boyunca yürür neler değişmiş neler değişmemiş gelmediğim süre boyunca görürüm dedim. Geçmişte uzun yıllar boyunca sık sık keyifle yaptığım yolculuğa çıkmış oldum.
Ağa Camii'ni geçince biraz ileride solda Mephisto Kitabevini görünce aklıma yeni yıl takvim ve ajandalarını henüz almadığım geldi ve içeri girdim. Birkaç merdivenle indiğim alt kattaki kırtasiye bölümünde ajandaların yerini sordum personele. Sadece Saatli Maarif Takviminin henüz gelmediğini söyledi ve böylece aramızdaki sohbet başlamış oldu. Cağaloğlu'ndaki Maarif Kitaphanesindeki Menije hanımdan başladık İnkılâp Kitabevindeki rahmetli Orhan beye kadar gittik. Şener bey 1960 yılında çırak olarak başlamış iş hayatına Cağaloğlu'nda. Ben de orada 1986-2000 yılları arasında on dört yılımı geçirdiğimden konuşacak o kadar çok şey bulduk ki... Keyfime, mutluluğuma diyecek yoktu doğrusu.
Öğle vakti olmuştu ve ben henüz günün ilk kahvesini içmemiştim. St.Antuan Kilisesi'nin önünden geçerken Dilek Pastanesi'ne girmek isteği duydum. Eski hali yoktu tabi ama bildiğim, sevdiğim bir yerdi. Eski bir dost gibi. Kapıdan girerken aşağıya inen merdivenlere yöneldim, girişteki görevli pastaneye geldiysem asansörle dördüncü kata çıkmam gerektiğini söyledi. Yukarı taşınmış pastane. Sevincimi anlatmama imkân yoktu ve bunu görevliye de söyledim. "Ne iyi olmuş, ah çok sevindim, eskisi gibi." dedim. Dördüncü kata çıktım ve açıklık kısımda pencere kenarına oturdum. Kilisenin çan kulesi tam karşımdaydı. Sade Türk kahvem ve yanında da Kavala kurabiyem gelince seyre daldım dışarıyı. Eskiden bu pastane çok katlıydı, giriş kattan başlardı ve yanlış hatırlamıyorsam iki kat daha çıkılırdı. Asansör yoktu. Son katta teras bahçe vardı, şimdi tam benim oturduğum hizada. İç kısımda da bu teras kısmında da oturduk pek çok. Ne de çok anılarım var. O zamanlar sütlü neskafe ve çikolatalı pastaydı favorim hep, artık pastayı kırk yılda bir yiyorum. Sütlü neskafe de Türk kahvesine döndü. Bunları düşünürken kilisenin çanı çalmaya başladı. Baktım saat tam 12:00 olmuş. Bir hayli çaldı, merak ettim süre tuttum, tam tamına üç dakika sürdü.
Ne iyi ettim de buraya geldim dedim. Kahvem de bitmişti ve artık nostalji duygusundan çıkıp gerçek hayata dönme zamanı gelmişti.
Arkadaşım ne kadar güzel anlatmışsın, her zaman ki gibi. Benim de 5 senem geçti Beyoğlu'n da, havası bir başka oraların, kalemine sağlık.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, senin de okuyan gözlerine, beğenen yüreğine sağlık
Sil