SAY Kİ DÜNYA ALİS HARİKALAR DİYARI / BURSA'DAN ABLAM GELDİ!
Cumartesi sabahından pazar akşamına kadar sanki Alis Harikalar Diyarındaydım. Aslında cuma gününün tamamını da buna dahil edebilirim. O kadar mutlu bir hafta sonu geçirdim ki, uzun zamandır hatta uzun yıllardır böyle üst üste mutlu üç gün yaşamamıştım.
Doyasıya sevinmeyi, ağız dolusu gülmeyi, yeni keşifler, yeni heyecanlar yaşamayı unuttuğumuz yıllar boyu sanki bu hafta sonunu beklemişim. Ne geçim derdi ne yolsuzluklar ne parti kurultayları ve ne de Fenerbahçe Kongresi... Say ki hiçbiri yoktu, say ki bunlar hiç yaşanmıyordu ülkemde, her şey güllük gülistanlıktı.
Şükürler olsun, ne güzel ailem var, şükürler olsun ne güzel dostlarım var. Diliyorum darısı tüm sevdiklerimin başına.
Cuma sabahı birkaç meslektaş dost ile okul yardımı alışverişine gittik, okul müdüründen gelen liste elimizde, alacaklarımızı seçip paramızı ödedikten sonra Eminönü'nde kısa bir keyif gezisi yaptık. Ofiste geçirilen kısa çalışma sonrası ise akşam yine dostlarla Kadıköy'de yemek çok iyi geldi.
Asıl rüya gibi hafta sonum, cumartesi sabahı Büyükada'ya gidiş ile başladı. Perşembe günü ablam gelmişti Bursa'dan; "Büyükada'ya gitmek istiyorum, Sanal Gerçeklik Müzesi varmış, orayı görmek istiyorum, Beyoğlu'nu, İstiklâl Caddesini özledim, hepsine gidelim Nurten." dedi. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz, "Gidelim ablam." dedim ben de. Sosyal medyayı yok saydım, WhatsApp mesajlarına "Şimdi ilgilenemem sizinle." dedim.
Bostancı'dan otuz beş dakika süren direkt vapurla Büyükada'ya ulaştık. Belediyenin elektrikli minibüsü ile Küçük turun dinlenme yeri Lunapark kafesine geldik. Başladık Aya Yorgi yokuşunu tırmanmaya. Hava şurup gibi, gezmeye, tırmanmaya müsait. Ne terliyorsun ne de üşüyorsun. Dedik ki bu kez, hızlı hızlı koşturarak çıkacağımıza yavaşça tadını çıkara çıkara yürüyelim. Yaklaşık bin metrelik dik yokuşta, hemen orada tanıştığımız birkaç hanımla kiliseye çıkana kadar neredeyse akraba olduk. Bu yokuşu ilk kez çıkıp da of puf edenlere pes etmemelerini, yukarıda göreceklerinin bu yorgunluğa değeceğini söyledik. Biraz yürü, ileride bir bank gör, otur dinlen, havayı kokla, birlikte yürüdüğünüz insanlarla bir iki hoşbeş et, sonra kalk, yürümeye yeni başlıyormuşsun gibi diri bir enerjiyle devam et, sonra tekrar gördüğün ilk bankta dinlen derken aynı rutini üç dört kez tekrarlayarak en tepeye ulaştık. Bu yolculuğu yıllardır yaparız, normalde on beş dakikada tamamlar ve birbirimiz tebrik ederiz, "Bu sefer de aynı sürede çıkabildik çok şükür." deriz. Bu gönüllü uzattığımız yolculuğumuz ise otuz beş dakika sürdü. Kiliseye girdiğimizde içeride iki kadının Rumca dualar ile ayin yaptığını gördük. Birlikte yukarı tırmanırken onları görmüştük, kadının biri tamamen siyah giyinmiş ve başını da yine siyah örtmüş, örtünün altına da hotoz gibi bir şey giymişti. Özel olarak duaya gittikleri anlaşılıyordu. Tesadüfen katılmış olduk bu ayine. Kiliseden çıkınca her zamanki gibi Yüce Tepe restoran-kafeye girdik. Muazzam Marmara denizi manzarasına karşı leziz yemeğimizi yedik.
Dönüşte elektrikli minibüse binmeyip iskeleye kadar yürümeyi tercih ettik. O kadar yürümüşüz ki hâlâ bacak kaslarımız ağrıyor:) Akşam Üsküdar'da Antika Mezatına gitme planımız bu yorgunluk yüzünden suya düştü maalesef. Bu arada, iskelede vapur saatini beklerken Büyükada 3.Caz Festivali söyleşileri kapsamında meydanda yapılan bir etkinliğe denk geldik. Kitaplarını okuyup videolarını seyrettiğim adalı Fıstık Ahmet konuşuyordu ve bu benim için muhteşem bir sürprizdi.
Adadayken kız kardeşim pazar sabahı için aile kahvaltısı daveti yaptı. "Ablam da buradayken görüşmüş oluruz" dedi. Tabi ki hemen kabul ettik. Çok seviyorum kardeş buluşmalarımızı, her zaman keyifli ve hoş sohbetli oluyor. Selimiye Nevmekân'da toplandık oğlum dahil. Eskiden Selimiye Hamamı olan mekânın müze haline getirilmiş bölümünü gezdirdik ablama. Gerçekten etkileyici olan bu geziden sonra kız kardeşimleri evlerine uğurlayarak ayrıldık. Ablam mezar ziyareti de yapmak istiyordu, erkek kardeşimlerle biz de gideriz dedik ancak Selimiye Nevmekân'dan çıkarken tam karşıdaki Osmanlı padişahı III.Selim'in yaptırdığı Büyük Selimiye Camiine girdik önce. Bahçesini gezip, binanın güzelliğini de dıştan seyredip diğer kapıdan arabanın bulunduğu caddeye indik.
Karacaahmet Mezarlığı 9.adadayız şimdi. Ablamın anne babası ve anneannesi bizimse halamız, eniştemiz ve babaannemizin yattığı yerdeyiz. Onlara duamızı edip, "Sizleri çok sevdik biz." diyerek selâm verip ayrıldık. Oğlumu da isteği üzerine eve bıraktık.
Ablamla programımızda Maslak'taki Sanal Gerçeklik Müzesi vardı. Erkek kardeşimler de gelmek isteyince çok sevindik. Doğancılardan sahile inerken Ayazma Camii'ne de uğramayalım mı yani? Burasını hepimiz çok severiz. Epeydir de ziyaret etmemiştik. Daha önce kötü durumda olan camii 2022 yılında restore edildi fakat çok da iyi olmamış açıkçası. Yine de ihtişamlı Kuş evlerini, büyük çınar ağaçlarıyla kaplı avlusunu hayranlıkla seyrettikten sonra asıl rotamızı oluşturup Maslak'a doğru yola çıktık.
UNIQ İSTANBUL'dayız. Önce, günün ilk kahvesi keyfi yapıldı tabi.
Sonra, Müzeverse ve Piramitlere Yolculuk!
Sanal Gerçekliği sağlayan VR gözlüklerimiz takıldı, kırk beş dakikalık gezi ile ilgili bilgilendirme yapıldı ve sanal rehberimiz MONA ile yola çıkıldı.
İşte şimdi 4.500 yıl önceki Antik Mısır'dayız!
İnanılmaz bir sanal gerçeklik yaşıyoruz. Bu, son derece interaktif bir gezi. Piramidin gizli odalarını, koridorlarını geçerken, merdivenlerini tırmanırken yaşadığımız gerçeklik hissi ile başımız dönüyor. Giza'nın altın kumları üzerinde yürüyoruz ve o tozu hissediyoruz adeta. Gezide değiliz de bir zaman makinesindeyiz sanki, resmen o dönemi yaşıyoruz. Mona'nın yanına bir de Antik Sfenks Kedimiz gelmez mi? Birlikte yaptıkları rehberlik ile piramidin tepesine kadar çıkıyor ve tüm Antik Mısır'ı büyülenmişçesine seyrediyoruz. Yükseklik o kadar gerçekçi ki düşeceğiz diye ödümüz kopuyor. Aralıklı büyük taşlara dikkatlice basarak ilerliyoruz. Oysa yürüdüğümüz alan aslında düz zemin. İnsan bunu öyle bir unutuyor ki... Kral Khufu'nun cenaze törenine bile katılıyoruz. Mumyalamanın nasıl yapıldığını yanındaymışçasına heyecanla izliyoruz. Bir teknedeyiz, Nil Nehri'nde büyük bir gerçeklik hissiyle timsahlar, büyük yapraklı ağaçlar ve nilüfer çiçekleri etrafında ilerliyoruz.
Aaa, MONA veda ediyor bize. Nasıl yani kırk beş dakika bu kadar çabuk mu geçti? Geçmiş işte, oysa daha yarısına bile gelmedik sanıyordum. Başlarken yorulabilirsiniz demişlerdi, ne yorulması "Daha görecek yer yok mu?" kafasındayım ben.
"Ah, nasıl uyum sağlayacağız biz şimdi bu gerçek dünyaya?" derken Beyoğlu'nda bulduk kendimizi. Ver elini Balıkpazarı, gelsin kokoreçler. Fakat bu ne gürültü? Ortalık yıkılıyor, her mekân Fenerbahçe formalı taraftarlarla dolu ve sürekli slogan atıyorlar. Hele Çiçek Pasajı, masaların tamamı dolmuş ve hepsi alkış kıyamet slogan atan taraftar. Önemli gün tabi hem bir adım ötede Kasımpaşa ile maçları var hem de seçimli kongreleri var. Yeniden Ali KOÇ mu Saadettin SARAN mı? Bu yazıyı yazarken şu anda öğrendim ki Saadettin SARAN kazanmış. Vuhhuuu, vallahi çok sevindim. SARAN kazandığı için değil sonunda olması gereken olduğu için. Başarısız olan gitmeli inadın faydası yok. Ali KOÇ'u çok beğenirdim, geldiğinde ne sevinmiştim oysa. Aman canım boş verelim bunları, sanırsınız ki fanatik taraftarım; futbolda şikenin ortaya çıktığından beri ilgilenmiyorum, sorarlarsa söylüyorum, Fenerbahçeliyim evet diye.
Rüya gibi hafta sonumuzu bitirirken bir güzellik daha yapalım deyip köprüden geçmek yerine Sirkeci'den arabalı vapura binip Harem'e geçtik. Deniz, iyot kokusu, mutluluk, huzur...
İnsan daha ne ister?
Keşke bu sabah, Pera'daki Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun ölümünün 50. yılı anma etkinliğine katılma plânımı da programıma sığdırabilseydim ne güzel olurdu.
Esen kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder