SOKAK
Her sabah evden mutlu çıkmaya gayret ederim. Mutsuzluk varsa bile azıcık içimde, sokağa çıktığımda dağılır. Çünkü her adımımda güzel bir insana rastlarım, güzel bir gülümsemeyle günaydınlaşırız. Havanın nasıl olduğuna da bağlı olur tabi ki bu durum. Meselâ günlük güneşliktir, o zaman benim içim de günlük güneşlik olur, gözlerim güler, yüzüm aydınlanır. Görüyor musun, nereden biliyorsun demeyin hissederim ben. Serin, bulutlu havalar ise her ne kadar kasvet koksa da çok germez beni. Ama yağmur, ah o yağmur yok mu hiç dışarı çıkmak istemem. Nedense sevemedim yağmurlu havaları. Saçım
bozulur, paçalarım ıslanır, velhasıl beni bozar yani. Kimisi, hatta çok kişi yağmur altında yürümeyi ne sever, ıslanmayı, ayakkabılarıyla şap şap asfalta basmayı, başını gökyüzüne kaldırıp şükür ve minnetle yüzünü ıslatmayı çok sever. Yok, yapamıyorum, ille şemsiyem olacak tam korunaklı olacağım ki yağmurda yürüyebileyim. Şimdilerde saçım başım çok önemli olmamaya başladı, geçen gün baktım paçalarıma da artık eskisi gibi çamur sıçratmıyorum (buna amma sevindim haa) ama yine de yok yahu ıslak olmasın hava bana. Yalnız kar yağışını çok severim hem de çok. Ne tuhaf değil mi? Kar yağdığında da ıslanılır oysa. Üstelik yerde biriken eriyen karın çamuru daha berbattır. Amaa çizme denilen bir şey var yahut kar botu, içine de kalın yün çorabı giydin mi ne ıslanırsın ne üşürsün ne de çamurlanırsın. Başına da yün bere geçirir saçlarını korursun. Buradan anlaşılıyor ki dışa verdiğim görüntü benim için çok mühim. Tabi yıllar geçtikçe azalmıyor değil, meselâ eskiden alt katımdaki bakkala bile pudra, allık ve ruj sürmeden gitmezdim. Şimdi hiç makyaj yapmaz oldum, belki düğün bayramda, o da azıcık. Bunun sebeplerinden biri, küçücük olan biri, artık yakını iyi göremez olup gözlük takmam tabi, gözlükle kalem çekmek, far sürmek çok zor çok… Ha bir de komik bir şey anlatayım, ben eskiden saçımın tek teli bile şeklini bozmasın diye uykuda bir tarafımdan diğer tarafıma dönerken uyanır, düzeltir uykuma kaldığım yerden öyle devam ederdim. Hey gidi… Bıraktım artık tellerimi, özgürce uçuşuyor evde de sokakta da. Arada fön çekmiyor değilim tabi de aramızda kalsın çok tembelleştim, üşeniyorum ne yalan söyleyeyim. Dalgalı saç yakışmasa belki katlanırdım bu sıkıntıya yalan yok, yakışıyor ama bee, aynada güzel görüyorum kendimi. Ayna demişken, hayatımda önemli yeri olan eşyalardandır. Evde boy aynası, dev aynası falan olmazsa olmaz. Küçük aynalarım da olacak ille tabi, çünkü sokağa çıkmadan arkamı da kontrol etmem lazım, önüm tamam ama arkam nasıl acaba? Alırım elime küçük aynayı boy aynasına ters döner eni konu incelerim. Tişörtün etiketi dışarı çıkmış mı, sutyenin izi normal mi sıkışmış mı görünüyor, Affedersiniz pantolonumdan belli olan iç çamaşırımın izi orantılı mı, gergin mi, görünmez gibi mi? Bakılır yani normalde, herkes bakar değil mi? Eni konu incelerim dedim de aslında bütün bunların kontrolü beş on saniye sürmez inanın.Hay Allah nereden nereye geçtim, hep yaparım bunu, huyumdur.
Ahmet Mithat Efendi’ye benzetirdi bir önemli kişi beni zamanında, o da öyleymiş,
yani Ahmet Mithat Efendi, anlatırken onun gibi daldan dala atlıyormuşum. Bir
yazara benzetilmek tabi çok hoşuma gitmişti. Sonradan dikkat ettim gerçekten
öyleyim. Hikâyemin başında sokak dedim, benim sokakla sosyal ilişkimi
anlatacaktım, gördünüz nerelere atladığımı. Hadi devam edelim sokaktan o zaman.
Ama hazır kardan bahsetmişken eksik kalan kısmı tamamlayayım. Lapa lapa kar
severim, yerde tutmuş olacak ve gökten ağır ağır kalın taneler halinde inecek.
Ben de o sırada mutlaka sokakta olacağım. Botlarımın karın üstünde çıkardığı
gırç gırç sesleriyle mest olacağım. Heyhat! Bir zamanlar, epey eski zamanlar ne
çok yağardı kar, şimdi yağmıyor, hatıralarıyla avutuyor.
Eveet, nerede kalmıştık, sokağa çıkmıştım ve hava da şurup
gibiydi bugün. Tabi ki her zamanki özenimle giyinmiş, kontrolümü yapmış, canım
kedime Allahaısmarladıııkk Neriman’ım demiş, kapımı iki kez kilitleyip
“Allah’ım, canım malım, oğlum kızım sana emanet” deyip merdivenlerden
dikkatlice inmiş (burası önemli, çünkü geçen sene kolumu kırdığımdan beri
merdivenler benim kâbusum) ve kendimi sokağa atmıştım. Sokağın hemen sol
köşesindeki kafesinde çay dağıtan Zeynep’le karşılaştım. “Ablacım günaydın, gel
bir çay vereyim, epeydir sohbet etmiyoruz, iki lâfın belini kırarız.” dedi. Saate
baktım, uygun, acelem de yok bugün, tamam dedim. Zeynep Ocak ayının sonunda
evlendi, nikâhına mahallece gitmiştik, Pazar sabahı saat ondaydı nikâh ama
azmettik gittik. Hatta bizim Obak Market baş sahibi Osman bile vardı, şaşırdım.
Zeynep’in ikinci evliliği, damadın da öyle. İkisinin de ilk evliliklerinden
birer oğlu var. Adamınkinin yaşı büyük ama Zeynep’in oğlu daha ilkokula
gidiyor. Zeynep genç yani, güzel de maşallah. Evlendiğinden beri de gözlerinin
içi parlıyor, fark edilecek düzeyde. “Nasılsın?” dedim. “İyiyim abla, her şey
çok güzel bir tek işler durgun, o da iyi olsa hayat ne kadar güzel.” dedi. Lâf
aramızda hâlâ alışamamış kocalı yaşama, düzenim değişti diyor. “İyi ki de
evlenmişim ama, yalnızlık çok zor be abla hem ben büyük aile seviyorum diye de
ekledi. Tam kalkacakken Hüsnü bey geldi kafeye. Hüsnü beyle geçen ay
tanışmıştık. Yıllardır bu mahallede olması ve sık sık buraya gelmesine rağmen
çok gecikmiş bir tanışma olmasına şaşmıştık ikimiz de. Nevi şahsına münhasır
bir adam. Bursa’daki enişteme benzettim, aynı tip, aynı mimikler, dünyada
herkesin bir benzeri var galiba. İlle “Kahvemi için artık, hep işim var deyip
kaçıyorsunuz” deyince kalkmaktan vazgeçtim. Kahvelerimizi içerken çöp
konteynerinin başına uzun boylu, eşarplı, pardösülü bir kadın gelip çöpleri
karıştırmaya başladı. Geçen hafta da görmüştüm otobüse koşarken, “Yazık,
haberlerde gördüğüm yoksullardan bizim mahallede de varmış.” demiştim. Hüsnü beyle selâmlaştılar, nereden tanıdığını
sordum, “Mahalleden, çok iyi turşu, salça yapar.” dedi. Neden çöpten yiyecek
topluyordu o zaman bu kadın? Tabi ki sordum, marketin çürük çarık, fire diye
attığı yiyecekler meğer çok da öyle değilmiş, aralarında epey işe yarayanlar
varmış ve bu kadın bunu fark edince bedavaya buradan toplayıp eve gidip
bunlardan turşu ve salça yapıyor satıyormuş. Tabi ben şoktayım, inanamadım,
kadını ihtiyaç sahibi zavallı sanmıştım. İlginç olanı Hüsnü bey de kadından
alışveriş yapıyormuş. İnsan nelerle karşılaşıyor görüyorsunuz.
Bu bilgiyle şaşkın, “İyi günler Hüsnü bey, kahve için
teşekkür ederim, bir sonraki benden olacak.” deyip kalktım. Eczanede Filiz’i
görüp el salladım, çok güler yüzlü bir kadın, kız kardeşimin çocukluktan
mahalle arkadaşı. Alper’le evlendiği gün dün gibi gözümün önünde, şimdi
askerlik çağında iki oğlu var. Neye şaşırıyorum biliyor musunuz, pazar günü
dışında her sabah dokuzda açar akşam yedide kapatırlar eczaneyi, ayda bir gece
de sanırım nöbetçi olarak açıktırlar; ne zaman hayatlarını yaşarlar çözemedim.
Çünkü öyle bir hafta yahut iki hafta tatil yapayım yok yani, karı-koca her gün
yan yana çalışıyorlar. Başka eczaneler böyle değil herhalde, kalfa falan olunca
tatile çıkıyorlardır. Fakat bizimkiler o kadar memnun ki halinden hem o kadar
da mutlular ki Allah nazardan saklasın. Her gün yan yana aynı yerde zor evlilik
ilişkisi, yani öyle deniyor ben bilmem.
Ah canıımmm, nasıl da kıvrılmış paspasa, tortop olmuş
uyuyor. Kim mi? Rıfkı, kuaförün kedisi. Pazartesi ya bugün, kuaför kapalı,
işçisiz kaldıklarından beri haftada bir gün tatil yapıyor bizimkiler. Yani
Özlem ve Süleyman. Özlem amcamın eski gelinidir, Süleyman’ı burada dükkânı
açtıkları zaman, yaklaşık dokuz yıl oluyor, o zaman tanıdım. İyi çocuktur,
müzmin bekar.
Sokakla sosyal ilişkimi anlatayım dedim, mahallemi anlattım
size. Başlık mahallem olabilirmiş ama değiştirmeyeceğim, kalsın böyle.
Artık ofise gitmenin zamanı geldi de geçiyor, otobüs
gelmeden yürüyeyim.
Durak boş, biraz bekleyeceğim galiba derken o yaşlı adamı
gördüm durağın içinde, elinde bastonuyla oturuyordu. Beni görünce gülümsedi,
günaydınlaştık. Birkaç yıldır sık karşılaşıyorum bu adamla ne adını bilirim ne
nerede oturduğunu ama hep selâmlaşırız. Başını uzattı, kulağıma bir şey
söyleyecek gibiydi eğildim; o kadar zor konuşuyor ki sanırım zamanında felç
geçirmiş konuşması bozuk ve tekliyor. Birkaç kez tekrarlatmak zorunda kaldım,
sonunda anladım. “Sizi görmek bana kıvanç veriyor.” dedi. İnanılmaz şaşırdım ve
inanılmaz mutluluk duydum.
İşte, günümü harika geçirmek için sebep!
Ama neden? Neden kıvanç duyuyor ki? Çözmem lâzım…
Yıllar önce işyerim Avrupa Yakasındayken vapura binmeden
önce gazete aldığım bir bayii vardı. Hangi gazeteyi alacağımı ezberden bilirdi,
ben de paramı önceden cebime hazır etmiş olur onu bekletmezdim. “Gününüz güzel
geçsin.” diye uğurlardı beni her gün. Bu nasıl bir mutluluk ve huzurdur bilir
misiniz?
Sokağı seviyorum ezcümle yani. Sokakta hayat var!
Yorumlar
Yorum Gönder